Proteinler hayatın yapıtaşıdır. Vücudumuz genel itibariyle proteinlerden oluşur. Saçlarımızı Keratin ismi verilen bir protein oluştururken Hemoglobin isimli proteinler dokularımıza oksijen taşırlar. Peki hayatımızın yapıtaşı olan proteinleri nasıl elde ediyoruz.
Yeme içme faaliyetleri ile vücudumuza alınan proteinler insan vücudunun yapısına öylece katılamazlar. İlk önce yapıtaşlarına yani amino asitlere çevrilirler. Daha sonra ise bu aminoasitler, DNA’larımızda şifreleri bulunan 200,000 kadar protein çeşidinden o anda gerekli olanlarını oluşturmak üzere yeni dizilimlerle bir araya getirilirler. Her aşaması ayrı birer mucize olan bu karmaşık işlemler serisine “protein sentezi”, yani üretimi adı verilir. Aslında bu işlemlerin gerçekleşmesi için gereken onlarca ara işlemler daha vardır ve onlarda aynı komplekslikle yapılır. Vücudumuzda bulunan trilyonlarca hücrede bu işlemler sürekli devam eder.
Protein üretilmesi işleminde ki ve temelindeki deha ise muhteşemdir. Vücudumuzda ki her hücrede üretim kodları bulunan proteinlerin üretilmesi işlemini neredeyse aklınıza gelebilecek herşeyi üreten bir fabrikaya benzetebilirsiniz. Öyle bir fabrikamız, öyle bir sistemimiz ve çalışanlarımız mevcut ki fabrikanın merkezinde özenle korunan şifremizi kullanarak biçer döver, asfalt makinası, televizyon, tomografi vb. bütün makinaları üretebiliyor. Aslında dünya üzerinde böyle bir fabrika mevcut değil ki asla da olamaz ancak ondan çok daha muhteşemi her hücremizde vukuu buluyor. Tek başına şuraya kadar yazdıklarım bile yüce yaratıcının kendi gölgesini yarattıklarının üzerine yansıtmasıdır.
Sitokrom C proteinin 3 boyutlu yapısı. Proteinler özel katlanma kabiliyetleri ile yaratılmıştır. Bu optimum fayda sağlamalarına neden olmaktadırlar. Hiç şüphe yok ki onların bu yaratılışı yine üstün bir zeka gerektirmektedir. Sadece şekilleri bil Allah Hazretlerinin varlığını göstermesi bakımından anlamlıdır.
Vücutta protein üretim süreci müthiş kompleks bir süreçtir. Öncelikle şunu söylemek gerekli, hücre kendisinin kullanacağı proteini üretebileceği gibi başka yapıların kullanması gereken proteinleride üretebilir. Kendi kullanacağı proteinleri üretmek için kendi başına karar alabilen hücre dış yapılara ihraç edilmek üzere üretilecek proteinler için özel protein üretim elçilerini bekler. Üretilecek protein için öncelikle mRNA DNA’dan protein kodunu taşıyan bölgeyi kopyalar. ( bu kopyalama işlemide çok komplekstir ancak şu anda çok uzatmamak namına bunu burda zikretmiyorum) Hassas bir şekilde kopyalanan bu bilgiler ile bir RNA parçası üretilmiştir. Şimdi mesaj üretim merkezi yani Ribozoma gitmeye hazırdır. Ribozom mRNA’nın şeridinin başlangıç ucundan bilgileri okumaya başlar. DNA’daki üç harften oluşan şifrelerin herbiri protein zincirinin halkalarından olan bir aminoasiti temsil eder.
Hücrenin protein üretim merkezi Ribozom, mRNA’dan öğrendiği sıralama ile aminoasitleri birleştirir ve zinciri oluşturur. Ribozoma bu amino asit halkalarını tRNA taşır. Taşıyıcı RNA’nın bir ucunda taşıdığı aminoasit diğer ucunda ise yükünü teslim edeceği adres yer almaktadır. Bu adrese bilim dilinde antikodon adı verilmektedir.
Bu aşamadan sonra Ribozoma gelen taşıyıcı RNA elindeki adresin tarif ettiği mesajcı RNA kalıbının üstüne oturur. Üzerindeki aminoasitini bırakır ve ribozomu terkeder. Ribozom kalıp üstünde bir şifre (bir şifrenin üç harften oluştuğunu hatırlayalım) ileri gider. Yeni şifrenin adresine sahip diğer bir taşıyıcı RNA gelip kalıba oturur, o da kendi aminoasitini bırakır. Kalıptaki bütün şifreler okunduğunda aminoasitler birbirleriyle bağlanmış ve protein molekülü oluşmuştur.
mRNA’nın RNA Polimeraz enzimi yardımı ile DNA’dan gerekli protein üretim bilgilerini içeren kısmı kopyalaması.
Oldukça yalın bir şekilde anlatmaya çalıştığım süreç çok daha fazla detay ve komplekslik içermektedir. Üzerine sayfalar dolusu kitap yazılan bu süreci oldukça yavan bir şekilde vermeye gayret ettim. Şimdi elimizde oluşan sorulara bir göz atalım. Bu sorular olayın ne kadar can alıcı olduğunu göstermektedir.
İlk sorudan başlayalım, hiçbir akıl, eğitim ve işitme görme ve bilinç kabiliyetlerine sahip olmayan hücre nasıl ve neden protein üretme kararı almaktadır. Onu buna iten nedir ? Bu karar şüphesiz çok zorlu ve kompleks bir karardır. Hücre içi mesafelerin adı geçen moleküller için devasa büyüklüğe sahip olduğunu hatırlayalım. Bu devasa yolları nasıl katetmektedirler. Nasıl oluyorda hücre dışı protein üretimi için verilen karar sonrası elçi proteinler tam da gelmesi gerektiği yere gelmektedirler. RNA Polimeraz isimli enzim DNA’nın bilgi içerdiğini nereden bilmektedir. Hadi bir şekilde bilginin DNA’da olduğunu biliyor, milyarlarca genlik bilgi bankası içerisinden protein üretimi yapılacak genlerin yerini nasıl bilmektedir ? Protein üretim bilgilerinin yer aldığı kısımların başlangıç noktalarına ”Promoter” bitiş noktalarına ”Terminator” ismi verilmiştir. Yani proteinin nerede başlayacağı nerede biteceği DNA’da kodlanmıştır. Burda üstün bir akıl müthiş bir zeka bulunmaktadır. Özel yaratılış için bundan ala kanıt olabilir mi acaba ? Bir kodlama sistemi her zaman bir tasarımcı gerektirir. Yüce yaratıcı DNA’da kendini açıkça göstermektedir.
DNA’daki İnanılmaz Düzenleme
Bazı hücrelerde RNA, DNA’yı kopyalarken müthiş olaylar gerçekleşir. RNA’yı üreten enzim DNA’daki üretilecek proteinle ilgili şifreyi sıradan okuyup kopyalarken, bazen o üretim için gerekli olmayan şifrelerle de karşılaşabilir. Bu nedenle, enzim, kopyalama sıralamasında ihtiyacı olan DNA parçasını sıradan okuduğunda, ihtiyacının olmadığı bilgi parçasını da okumak zorunda kalacaktır. Tabi bu durumun ölümcül bir sorun üretebileceğini unutmamak gerekir. Sebepsiz ve yanlış bir şekilde eklenmiş her bir harf proteinin yapısının bozulmasına ve dolayısıyla işe yaramaz hale gelmesine sebep olur.
Enzimin karşılaştığı bu problemi biraz daha yakından inceleyelim: Söz gelimi bin aminoasitli bir protein üretilecek. Her aminoasit üç şifre ile temsil edildiğinden, bu işlem için görevli enzimin DNA üzerinde sırayla 3000 basamaklık bir şifre zincirini okuması gerekir. Ama DNA’nın üzerindeki üç bin şifrenin arasında enzimin ihtiyacı olmayan, örneğin yediyüz şifre, bütün olarak araya karışmıştır. Enzim bu yediyüz basamağın üstünden atlayamaz. Ancak, ilerdeki bilgilere ulaşabilmek için de bu yediyüz basamağın üzerinden bunları kopyalamadan geçmesi de gerekmektedir. Oysa üstünden geçerse ister istemez bu gereksiz bilgileri de kopyalamış olacaktır. Enzim dev DNA molekülünü kesemez, üzerinden de atlayamaz.Peki hücre bu konuda nasıl donanımlandırılmıştır ?
Bilim adamları son yıllarda yaptıkları çalışmalarda bu problemin çok şaşırtıcı bir şekilde çözüldüğünü gözlemlemişlerdir. Fosfat, şeker, karbon gibi basit maddelerden oluşmuş DNA molekülü, hayret verici bir hareket yapar. Ekson adı verilen okunması istenmeyen şifre dizisini dışarı doğru kıvırır. Böylece ardı ardına okunması gereken ama arada gereksiz şifrelerin bulunması nedeniyle birbirlerinden uzakta kalan iki şifre dizisinin uçları birleşir. Gerekli bilgilerin bulunduğu bölüm intron olarak adlandırılır. DNA molekülünü okuyan enzim dışarıda kalan gereksiz bilgiyi okumadan molekülün bükülüp birbirine yaklaştığı noktadan karşı tarafa geçer ve okumayı sürdürür. Tahmin edileceği gibi bu olayların her basamağında birçok kimyasal reaksiyon meydana gelir. Fakat bu reaksiyonların gerçekleştiği ufacık hücre çekirdeğinin içinde en ufak bir kargaşa ya da kaos yaşanmaz.
İstenmeyen şifreler problemini önlemek için ikinci bir yöntem daha kullanılır. RNA önce gereksiz şifreler de dahil olmak üzere geni başından sonuna kadar DNA’dan kopyalar. Daha sonra, nereden geldiği belli olmayan bir emre itaat ederek, kendi üzerindeki gereksiz şifreleri bir halka şeklinde dışarı doğru büker ve bu bölüm kopartılıp atılır. Peki RNA’ya, başlangıçta kopyaladığı halde sonradan kesilip atılan şifrelerin gereksiz olduğunu kim haber verir, yoksa bunu kendisi mi farkeder? (Vicdan sahipleri için yaratıcının gölgesinin düştüğü yerlerden biride burasıdır işte. )
DNA’nın RNA Polimeraz enziminin gereksiz bilgileri okumaması için kendini eğip bükmesi. Görseldeki kırmızı ok RNA polimerazın kıvrılma noktalarında da düz devam ederek gerekli bilgiyi okumaya devam ettiğini gösteriyor. Şuursuz şeker ve fosfat atomları bunu yapamaz. Bu Allah’ın canlılık üzerindeki gölgesi.
Bu olayların gerçekleşebilmesi için kullanılan enzimin, DNA’nın ve RNA’nın birbirlerini çok iyi tanımaları gerekmektedir. Enzim yapacağı iş için çok ayrıntılı bir “eğitim” almış olmalıdır. Sorumluluğunu bilmeli ve işini yapabilmek için diğer enzimlerle tam bir işbirliği içinde davranmalıdır. DNA’nın ise ayrı bir canlı gibi karar verebilmesi, sahip olduğu bazı bilgileri enzime sunup, duruma göre bazılarını saklaması, enzime yol göstermesi gerekir. Ve elbette hem enzimlerin hem de DNA’nın, üretilecek proteinin ne işe yaradığını bilmeleri, onu üretmek istemeleri, bütün bu karmaşık hesapları ve planı yapıp başarıyla uygulamaları gerekir.
Oysa bilmek, hesaplamak, istemek ve yaratmak gibi özelliklerin bu küçük molekül yığınlarında var olamayacağı açıktır. Ancak dikkat edilirse, bu özellikler Allah’ın sıfatlarıdır. Allah da bu sıfatlarını, gözle görülemeyen bir hücrenin çekirdeğindeki cansız bir molekülde göstermektedir. Biraz akıl sahibi bir insan bu sistemin yaratıldığını ve evrendeki diğer bütün sistemlerin olduğu gibi hücrenin de Allah’ın mutlak kontrolünde olduğunu anlar.
Taşıyıcı tRNA’nın görev döngüsünü gösteren bir resim.
Kullanılan 20 farklı aminoasit için 20 farklı taşıyıcı RNA vardır. Her aminoasit, ancak kendi taşıyıcısı olan RNA ile birleşebilir. Çünkü birbirlerine kenetlenebilmeleri için üç boyutlu yapılarının karşılıklı hatasız olarak birbirlerine oturması gerekir. Binlerce atomdan oluşan bir taşıyıcı ve aminoasitin birbirlerinin yapılarına uygun yaratılmaları Allah’ın yaratışındaki uyum ve kusursuzluktan kaynaklanır. Çünkü O, “kusursuzca yaratan” (Bari) dır. (Bakara Suresi, 54)
Protein sentezinin yapıldığı ribozomlar kendilerine gelen m-RNA üzerinde yazılı olan bilgiye dayanarak yüzlerce, binlerce aminoasit molekülünü birbirine ekler ve istenilen polipeptid zincirini (protein molekülünü- proteinlerin bir diğer ismi polipeptidtir. Peptid bağları ile üretildiğinden ve binlerce peptid bağından oluştuğundan ötürü bu şekilde de anılmaktadırlar.) kurarlar. Bu molekül içinde, m-RNA’daki plana dahil olmayan tek bir aminoasit bile fazladan eklenmez. Yahut herhangi bir aminoasit plandaki yerinden ayrı bir noktaya konulmaz, hiç biri de eksik bırakılamaz. Bu hatalardan herhangi biri yapılsa istenen protein molekülü değil, onun yerine istenmemiş başka bir şey, yani yabancı bir protein üretilmiş olur. Halbuki yabancı proteinlere genellikle organizmanın ve hücrelerin tahammülü yoktur. Onlara karşı antikorlar üretirler ve allerjik reaksiyonlar gösterirler. Bu reaksiyonlar bazen çok ölümcül olabilir.
Hücredeki diğer elemanlar gibi ribozom da atomlardan oluşmuş cansız bir yığındır. Ama bu protein yığını yine nereden geldiği bilinmeyen bir akılla binlerce çeşit ürünü birçok karmaşık işlem sonucunda üretmeyi başarır.
Hücrede, DNA’daki bilgi doğrultusunda sadece tek bir proteinin üretilmesi için, birbiriyle uyum içinde çalışan en az 75 tane yardımcı moleküle ihtiyaç vardır. DNA’dan bilgi kopyalanması sırasında görev yapan enzimler ise bu sayının dışındadır.
Yapımı biten her protein molekülünün, son aminoasiti de yerine takılıp hepsinin tamam olduğu, hücrenin (daha doğrusu ribozomun) bir son kontrol yetkilisi tarafından onaylanmadıkça, bu sentez bitmiş sayılmaz. Eğer son anda bile eksiklik belirirse ‘bu kadarı oldu, bu da böyle çıksın’ deyip plan dışı bir molekül ortama salıverilmez. Çünkü böyle bir hoşgörü hücredeki protein sentezini plan dışına, hesapsızlığa sürükler, kontrol sistemini dejenere eder ve hücreyi yıkıcı bir anarşiye sürükler. Hücrede bu hal ancak patolojik hallerde, belki ölürken söz konusu olabilir.
Normal durumda ve sıhhatli bir hücrede, yapısı tamam ve kusursuz olmayan molekül derhal bir yıkıcı enzime teslim edilir. Ve o enzim, onun birçok veya bütün peptid bağlarını koparır. Yani molekülü aminoasitler haline veya çok kısa ve zararsız polipeptid zincirciklerine ayırır. Başka sentezlerde kullanılabilecek yapı taşları halinde serbest bırakır.
Protein üretilmesi işte böyle kompleks bir süreçtir. Aslında vücudumuzda gerçekleşen neredeyse her işlem çok komplekstir. Kan pıhtılaşması, hem kompleks hem çok kritik bir işlemdir. Söz gelimi yanlış proteinlerin yanlış zaman da kesilmesi pıhtılaşacak bölgenin tüm vücudumuz olmasına sebep olabilir, ancak olmuyor. Özel yaratılış için daha başka nasıl bir kanıt gerekebilir ki ?
Tesadüflere inanan ve insanlarında kendileri gibi inanmasını isteyen evrimcilerin ise bu mucizeler karşısında yapabilecekleri bir açıklama bulunmamaktadır. Tesadüflere iman eden cahil bir zihniyetin yüzünde bu yaratılış delillerinden sonra ancak aptal bir mahcubiyet oluşabilir.
“Sizleri Biz yarattık, yine de tasdik etmeyecek misiniz? Şimdi (rahimlere) dökmekte olduğunuz meniyi gördünüz mü? Onu sizler mi yaratıyorsunuz, yoksa yaratıcı Biz miyiz?„
(Vakıa Suresi, 57-59)
Çok açıklayıcı bir yazı büyük emek var teşekkürler
İlginç
Hocam müthiş olmuş Allah razı olsun
Çok beğendim tebrikler
Hocam kaleminize ve emeğinize sağlık.
Acıkça söylemek gerekirse son bir kaç haftadır sitenizi okumaya başladım okudukça yaratıcımız olan Allah tealaya imanın daha da arttı çok teşekkür ederim.
gerekten çok değerli bilgiler veriyorsunuz.
Türkiye’de büyük bir açığı kapatmak tasınız.
yazılarınız devamını bekliyoruz.
Çok teşekkürler yorumlarınız için. Umarım dediğiniz gibi olur ve Türkiye’de ki büyük bir açığı kapatabiliriz. Desteklerinizi ve yorumlarınızı esirgemeyin.
Selamlar
Allah razı olsun yazdıklarınız bir çok gencin iman etmesine vesile olur inşallah
Amin Allah sizdende razı olsun.Çok teşekkürler yorum için.
Allah razı olsun hocam, teşekkür ederiz, kaleminize sağlık 🙂
Allah sizdende razı olsun. Sağolun, elimden geleni yapıyorum ancak hala istediğim ziyaretçi sayılarına ulaşamadım. Desteklerinizi beklerim