Vücutlarimiz Nasil Calisir ? Tesadüf Degil 21

Editör Notu: Tesadüf Yoktur

İnsan vücudu, olağanüstü bir düzen ve denge içinde işleyen karmaşık bir sistemdir. Bu düzenin tesadüfen var olması mümkün değildir. Her hücrenin hayatta kalabilmesi, doğru işlevleri yerine getirebilmesi için belirli enerji, su ve kimyasal maddelere ihtiyaç duyması, doğadaki yasaların ne kadar hassas ve birbirine bağlı olduğunu gösterir. Kardiyovasküler sistemin işleyişi, vücudun su dengesinin korunması, sodyumun hayati rolü, ve tüm bu süreçlerin kusursuz bir şekilde uyum içinde çalışması, akıllı bir tasarımın kanıtı olarak karşımıza çıkar. Hiçbir detay rastlantıya bırakılmamıştır; her adım, her mekanizma, bir amaca hizmet etmek için titizlikle yaratılmıştır. Bu yazı, doğadaki bu muazzam tasarımı anlamamıza yardımcı olacak ve vücudumuzun su dengesini nasıl koruduğuna dair önemli bilgiler sunacaktır.

 

“Ve O, her şeyin yaratıcısıdır. Her şeyin hakimi O’dur.” 

(Mülk Suresi, 67:2)

Prof. Glickin bu yazısında diğer yazılara nazaran çok daha teknik detaylar verildiği yazıya bakildikca anlasilacaktir. Ancak bunun sadece isleyisin Latince kelimeleri olduğu yazı dikkatlice okunduğunda anlasilacaktir. Bu yazıda esas dikkat edilmesi gereken şey gözle görülemeyecek kadar kucuk canlı birimlerimiz olan hücrelerimizin her birinin içerisine oldukça zekice ayarlanmış bir yazılımın yerleştirilmiş olmasıdır. Eger hücre içerisinde tuz oranı artarsa sodyum potasyum yazilimi ile calisan hücre ici transfer pompalarımız hemen bunların azaltılabilmesi icin su atmaya baslar. Tersi durumda tuz oranı azalırsa bunların yeniden belli bir dengeye ulaşabilmesi icin bu kez de su alır ki bu sekilde hücre içerisine tuzda alinsin. Bu noktada yasanabilecek bir dengesizlik canlı hayatinin sonu olacaktı ancak olmadı, bu yazılımlar bizleri kurtardı ancak nasıl ? Bu yazilimmi oraya kim koydu ? Biz dahi hücrelerimizin bu  muazzam işleyişini yeni keşfederken vucutlarimiz ilk ciktigi anda bu sistemlere sahip idiler. Kim neden verdi ? 

Bizlere bu yazilimlari herseyimizi veren Yüce Allah verdi, bunu kavrayabilecek bilincide vererek kendi zatini tanıma şansı verdi. Artik tanıyıp tanımamak insanin kendi secimi olacaktır. 

Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör. Insan 3

Kardiyovasküler Fonksiyonu Anlamak: Sodyumun Hayati Rolü  

Doktorlar, akıllı tasarım argümanını açıklayan düşünürler arasında özel bir yere sahiptir. Belki de bu, evrimsel biyologlardan daha fazla, işleyen bir karmaşık sistemi, insan vücudunu koruma zorluklarını daha iyi bildikleri içindir. Bu bağlamda, *Evolution News & Views* olarak “Tasarlanmış Vücut” adlı bu diziyi sunmaktan memnuniyet duyuyoruz. Tam dizi için buraya bakabilirsiniz. Dr. Glicksman, bir hospice organizasyonu için palyatif tıp pratiği yapmaktadır.

Doğa kanunları, her hücrenin doğru şekilde yaşamını sürdürebilmesi ve işlevini yerine getirebilmesi için yeterli enerji, su ve uygun kimyasallara sahip olmasını gerektirir. Hücreler, ihtiyaç duydukları maddeleri, kardiyovasküler sistem aracılığıyla vücutta dolaşan kan yoluyla alır. Ancak kardiyovasküler fonksiyon, yeterli kan hacminin olmasına bağlıdır. Bu da, vücutta yeterli suyun bulunmasına ve bu suyun düzgün bir şekilde dağıtılmasına bağlıdır.

Bu dizinin son birkaç makalesinde, vücudun su içeriğini nasıl dağıttığı ve kontrol ettiği incelenmiştir. Hücrenin plazma zarı üzerinde bulunan sodyum-potasyum pompaları, hücre içindeki (intracellüler) su ile hücre dışındaki (ekstracellüler) su arasındaki 2/3:1/3 oranını korur. Kanın içinde bulunan albumin, hücrelerin etrafındaki su (interstisyel) ile dolaşımdaki su (plazma) arasındaki 80:20 oranını sürdürür. Son olarak, vücut, su içeriğini kontrol etmek için Anti-Diüretik Hormon kullanır ve bu hormon, susama merkezini doğru şekilde uyararak böbreklerden su kaybını ayarlar.

Ancak, dolaşımdaki suyun yeterli olması, başka bir kimyasalın varlığına bağlıdır. Bu kimyasal sodyumdur. Eğer vücutta yeterli sodyum olmasaydı, dolaşımdaki su miktarı yeterli olmazdı ve insan yaşamı mümkün olmazdı.

Sofra tuzunun kimyasal adı sodyum klorürdür ve kimyasal formülü NaCl’dir. NaCl, iyonik bir bileşiktir, çünkü onu oluşturan iki atomun her biri elektriksel bir yük taşır. Sodyum (Na), bir elektronunu klora (Cl) vererek pozitif yüklü sodyum iyonu (Na+) haline gelir. Klor, sodyumdan bir ekstra elektron alır ve negatif yüklü klorür iyonu (Cl–) haline gelir.

 

Sofra tuzu suya çözündüğünde, Na+ ve Cl– iyonları birbirinden ayrılır. Bu, NaCl’in hücre içi ve hücre dışı sıvılara girdiğinde Na+ ve Cl– iyonlarına ayrıldığı anlamına gelir. Bir miktar sudaki Na+ iyonlarının sayısına Na+ iyon konsantrasyonu denir.

Na+ iyonları, difüzyon yoluyla doğal olarak plazma zarı aracılığıyla hücreye girerken, sodyum-potasyum pompaları sürekli olarak onları tekrar dışarıya iter. Bu işlem nedeniyle, vücudun sodyumunun %90’ından fazlası hücre dışı sıvıda bulunur ve bu sıvıdaki Na+ iyon konsantrasyonu, hücre içi sıvıdan yaklaşık on kat daha fazladır.

Ayrıca, hücredeki yüksek protein seviyesi nedeniyle, Na+ iyonları içeriye doğru hareket ettikçe su da beraberinde gelir. Eğer bu su hareketi engellenmezse, hücrenin hacmi ciddi şekilde artabilir ve ölümcül sonuçlar doğurabilir. Unutmayın ki biyolojide, bir çözücünün çözeltiden çıkması engellenmişse, çözeltinin oluşturduğu osmotik çekim, suyu bir zardan geçirir.

Na+ iyonlarını hücre dışına zorlayarak, sodyum-potasyum pompaları, Na+ iyonlarının hücre dışı sıvıdan çıkmasını engeller. Bu sayede, Na+ iyonları, çıktıkça suyu osmotik olarak hücre dışına çeker. Aslında, tıpta bir aksiyom vardır: Vücudun sıvılarında, Na+ iyonlarının gittiği her yerde, su molekülleri de onlara eşlik eder.

Bu durum, Na+ iyonunu hücre dışı sıvılardaki en önemli pozitif iyon (katyon) yapar. Ve hücre dışı sıvıların plazmayı içerdiğini göz önünde bulundurursak, Na+ iyonu, kanın içindeki en önemli katyon olur.

Doğa yasaları gereği, vücudumuz sürekli olarak sodyum kaybeder, bu kayıp çoğunlukla gastrointestinal sistem, terleme ve idrar oluşumu yoluyla gerçekleşir. Sindirim sistemi, tuzlu su (NaCl) ve sodyum bikarbonat (NaHCO3) içeren birçok sıvı salgılar. Bu sıvılardaki sodyumun çoğu vücuda geri alınır, ancak bir kısmı dışkı yoluyla kaybolur.

Vücut ayrıca, enzimin düzgün çalışabilmesi için sıcaklığını dar bir aralıkta tutmak zorundadır. Bir araba motoru gibi, metabolizmamız ısı üretir ve bu ısı, sıcaklık üzerinde etkili olur. Ne kadar aktif olursak, hücrelerimiz o kadar fazla ısı üretir. Vücudun sıcaklığını kontrol etmesinin başlıca yollarından biri, terleme yoluyla ısıyı serbest bırakmaktır. Ne kadar aktif olursak ve çevremiz ne kadar sıcak ve nemliyse, bu süreçle o kadar fazla su ve sodyum kaybederiz.

Son olarak, protein metabolizması amonyak üretir, bu da karaciğerde daha çözünür olan üreye dönüştürülür. Tıpkı karbon dioksit gibi, vücutta amonyak ve üre birikmesi toksik olabilir. Böbrekler, sudan, içinde sodyum bulunan kanı sürekli filtreler. Bu sıvı milyonlarca tübül boyunca hareket eder ve idrara dönüşürken üre ile daha yoğun hale gelir. Vücudun, günlük olarak ürettiği toksinlerden (örneğin üre) kurtulabilmesi için atması gereken minimum idrar miktarı, içinde sodyum bulunan idrardır.

Vücutta ne kadar sodyum olursa olsun, plazma zarındaki sodyum-potasyum pompaları, Na+ iyonlarını sürekli olarak hücre dışına ve ekstrasellüler sıvıya iter. Sodyum-potasyum pompaları yalnızca hücrelerin hayatta kalması için gerekli olan şeyleri bilir ve vücudun genelindeki sodyum ihtiyacına duyarsızdır.

Doğa yasaları gereği, vücut, dışkı, terleme ve idrar oluşumu yoluyla sürekli olarak sodyum kaybeder. Ancak vücut, kan hacmini koruyabilmek için yeterli sodyum sağlamak adına kontrolü ele almak zorundadır. Bunu nasıl yapar? İşte bir sonraki yazımızda ele alacağımız soru budur.

Paylaş:

Yazar: MuratS

Gezgin, Allah aşığı, varlık bilim genel ilgi alanı- Bilim Yazarı

İlgini Çekebilir

Vücutlarimiz Nasil Calisir ? Tesadüf Degil 20

Editör Notu: İnsan vücudu, her bir bileşeniyle, bir mühendislik harikasını andıran bir sistemdir. Burada anlatılan …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir