Vücutlarımız Nasil Çalisir ? Tesadüf Degil 16

Editörün Notu:

İnsan vücudunun karmaşık işleyişi, bilimsel bir mucize gibi görünmektedir, ve  tesadüflerin ürünü olamaz. Kardiyovasküler sistemin, suyun vücutta nasıl dağıldığını ve nasıl hareket ettiğini mükemmel bir denge içinde düzenlemesi, doğal yasaların ötesinde bir tasarımın varlığını güçlü bir şekilde işaret etmektedir. Su, yaşam için temel bir madde olmasının ötesinde, biyolojik sistemlerin her düzeyinde derin bir düzen ve koordinasyon gerektiren bir rol oynar. Bu düzen, bir tesadüf sonucunda var olamayacak kadar hassas ve belirli bir amaca hizmet etmek üzere şekillenmiştir.

Vücutta suyun dağılımı, osmoz, difüzyon ve sodyum-potasyum pompasının etkileşimi gibi mekanizmalar, yalnızca bilimsel olarak anlaşılabilen değil, aynı zamanda çok karmaşık ve ince işlenmiş bir tasarımın işaretleridir. Bu yazıda, bu biyolojik sürecin ardında yatan mantık ve denge, evrimsel rastlantısallıkla açıklanamayacak kadar planlı bir yapıyı gözler önüne seriyor. İnsan vücudunun bu mükemmel uyumunun, akıl ve tasarımın bir ürünü olduğu gerçeği, onu anlayan bilim insanları için gittikçe daha fazla netlik kazanan bir gerçektir.

Kardiyovasküler sistemin mükemmel işleyişi, vücudun su dengesinin korunması ve suyun biyolojik  sistemlerdeki hayati rolü, İslam’ın öğretileriyle de paralellik gösteren derin bir anlam taşır. Kur’an-ı Kerim, vücut fonksiyonlarının ve doğadaki düzenin Yaratıcının yaratma sanatını ve kudretini gösterdiğini vurgular. Su, hem yaşamın kaynağı hem de dengeyi sağlayan bir unsurdur, ve bu yönüyle yaratılışın ne kadar ince bir tasarıma dayandığını işaret eder.

“Ve gökten suyu indirdik, onunla her canlıyı yarattık. Hala inanmazlar mı?” 

(Enbiya, 30)  

Dr Glickin serisini çevirmeye devam ediyoruz. Yazının orjinaline suradan ulaşabilirsiniz 

Kardiyovasküler Fonksiyonun Anlaşılması: Su Vücudumuzda  Nasil Dagilmistir

 

 

 

İnsan vücudu, atomlardan ve moleküllerden oluşan trilyonlarca hücreden meydana gelir. Bu hücrelerin, doğanın yasalarına uyarak, yaşamak ve doğru şekilde işlev görmek için yeterli enerjiye, suya ve çeşitli kimyasal maddelere sahip olması gerekir.  

Hücreler ihtiyaç duydukları her şeyi, kardiyovasküler sistem aracılığıyla vücutta dolaşan kandan almaktadir. Kanın sıvı bileşeni sudan oluşur. Akciğerler oksijeni alıp, bunu hemoglobine bağlar ve hücrelere taşınmasını sağlar. Ancak, oksijenin gerektiği yere ulaşabilmesi için kan dolaşımında süzülen kırmızı kan hücrelerinin, kandaki su sayesinde hareket etmesi gerekir.  

Bunun gibi, gastrointestinal sistem tuz, glikoz ve diğer kimyasalları alıp bunları kana yerleştirir. Ancak bu kimyasalların çoğu, vücut dokularına gönderilmeden önce kanda bulunan su içinde çözülmelidir. Yani, vücut sadece hücrelerinin yeterli suya sahip olmasını sağlamakla kalmaz, aynı zamanda dolaşımdaki kanın içinde yeterli su bulunmasını da sağlamalıdır.  

Bu yüzden kardiyovasküler sistemin nasıl çalıştığını anlamaya başlamak için, önce vücuttaki suyun nerelerde bulunduğunu ve doğa yasalarının suyun hareketini nasıl etkilediğini anlamanız gerekir. Çünkü vücutta yeterli su yoksa veya su doğru bir şekilde dağılmıyorsa, vücut hayatta kalamaz.  

Su, vücudun en bol bulunan molekülüdür ve vücut ağırlığının yaklaşık %60’ını oluşturur. Vücuttaki su, hücreler içinde veya dışında bulunan iki ana bölgeden birinde bulunur. Vücudun su miktarının üçte ikisi hücrelerin içinde bulunan ve “intramülar sıvı” olarak adlandırılan suyudur. Kalan üçte biri ise hücrelerin dışında yer alır ve buna “ekstrasellüler sıvı” denir.  

Bu ekstrasellüler sıvının yaklaşık %80’i hücreler arası boşluklarda yer alır ve “interstisyal sıvı” olarak adlandırılır, geri kalan %20’si ise kandaki plazma içinde yer alır.  

Vücuttaki su, yaşam için hayati olan kimyasalların çözücüsü olarak işlev görür. Bu çözücüler arasında glikoz, sodyum, potasyum ve birçok farklı protein bulunur. Hücre içinde, interstisyal sıvıda veya plazmada bulunan suyun miktarına “hacim” denir. Belirli bir hacimde çözülmüş olan kimyasal parçacıkların toplam sayısı ise “toplam kimyasal yoğunluk” olarak adlandırılır. Eğer hücreye su girerse, interstisyal sıvı veya plazmadaki hacim artar ve toplam kimyasal yoğunluk azalır. Tam tersi bir durum söz konusu olduğunda ise hacim azalır ve toplam kimyasal yoğunluk artar.  

Hücrelerin düzgün çalışabilmesi için hacim ve kimyasal yoğunluklarının nispeten sabit tutulması gerekir. Ancak, sodyum-potasyum pompaları hücre zarında devreye girmediği takdirde, difüzyon ve ozmoz, hücrenin içindeki kimyasal yoğunluğu o kadar değiştirecek şekilde su girişini hızlandırır ki, bu da hücrenin patlamasına yol açabilir.  

Bununla birlikte, hücreye doğal olarak su çekileceği için bu suyun dışarıdan hücreye doğru hareket etmesi, ekstrasellüler sıvıya da su kaybı yaşatacaktır. Yani, sodyum-potasyum pompası olmasaydı, plazmada yeterli su kalmazdı. Diğer bir deyişle, doğa yasalarına uyum sağlamak için, vücut hücrelerindeki ve hücreler arası sıvılardaki suyun doğru oranda tutulabilmesi için sodyum-potasyum pompası icat edilmiştir. Bu, hücrelerin uygun hacim ve kimyasal yoğunluk dengesini korurken aynı zamanda kan dolaşımındaki yeterli suyun da bulunmasını sağlar.  

 

Eger hücrelerinizde sodyum oranı artarsa hemen hücre ici sodyum potasyum pompaları iceride su tutmaya baslar, eğer tersi olursa bu kez su boşaltırlar. Her iki durumdada inanılmaz derecede hayati bu islem icin gözle görünemeyecek kadar kucuk hücrelerimizde bu mühendisliği kim gerceklestirmistir ? Muhendisligin gerçekleşmesi kendi başına beynimizi yakan bir gelişme iken bunu anlayabilecek bilincin bize verilmesini Nasil yorumlayacağız ? Hersey son derece açık değilmi ? Biri yada birseyler bizi yaratıp yaratılan diğer seylerin uzerine hükümran eylemiş, bu hukumranligi kurabilmemiz bize aksetme, hesap etme ve bilnc vermiş. Maddeyi yönetebilecek yegane elleri vermis ( insan elinin yaratımı canlılar arasında essizdir ve onun makina ve alet uretebilmesini saglamistir.) ve sistemin uzerine bizi yoneticiler yapmistir. Ama hiç dusundunuz mu neden ?
Neden ?
Neden ?
Neden ?
Biraz nefes alin ve dusunun…
( Editor notu)

 

 

Bu 2/3:1/3 oranı bağlamında, doğa yasaları, hücre zarının her iki tarafındaki kimyasal yoğunluk farkı olduğunda, suyun doğal olarak daha düşük yoğunluktan daha yüksek yoğunluğa doğru hareket etmesini sağlar. Bu süreç, ozmoz sayesinde gerçekleşir. Kimyasal yoğunluktaki bir değişim, hücre içinde veya dışında suyun hareketini tetikleyerek, hücrenin içinde ve dışında kimyasal yoğunluğun eşitlenmesini sağlar.  

Aslında ozmoz, suyun sadece hücreler ile interstisyal sıvı arasındaki hareketini değil, aynı zamanda interstisyal sıvı ile plazma arasındaki hareketi de etkiler. Kapillerlerin iç yüzeyindeki hücreler, suyun dolaşım ile interstisyal sıvı arasında serbestçe hareket etmesine olanak tanır. Bu su daha sonra interstisyal sıvı ile hücreler arasında geçiş yapabilir. Bu şekilde, interstisyal sıvı, hücreler ile dolaşım arasındaki köprü işlevini görür.  

Şimdi, suyun vücutta nasıl hareket ettiğini ve sodyum-potasyum pompasının, hücre içi ve hücre dışı sıvılar arasındaki 2/3:1/3 oranını nasıl koruduğunu anlamış olduk. Ancak bir başka önemli soruyu ele almamız gerekiyor.  

Hatırlayalım ki, ekstrasellüler sıvının %80’i hücreler arasındaki boşluklarda ve %20’si ise kan plazmasında bulunuyor. Eğer su biyolojik zararlardan kolayca geçebiliyorsa, plazmadan interstisyal sıvıya büyük miktarlarda su kaybı olmasının önünü kim alır?  

Eğer büyük bir su kaybı gerçekleşirse, kardiyovasküler sistem dokuları yeterince besleyemez hale gelir ve ölümle sonuçlanabilir. Bu yüzden, 2/3:1/3 oranını koruyan sodyum-potasyum pompası çok önemlidir. Ancak, bu yazının bir sonraki bölümünde, interstisyal sıvı ile plazma arasındaki %80:20 oranını koruyan yenilikleri ele alacağız.

Paylaş:

Yazar: MuratS

Gezgin, Allah aşığı, varlık bilim genel ilgi alanı- Bilim Yazarı

İlgini Çekebilir

Vücutlarımız Nasil Calisir ? Tesadüf Degil 15

Editörün Notu; İnsan vücudu, her biri belirli bir amacı yerine getiren karmaşık biyolojik sistemlerle donatılmıştır. …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir