Güzel bir gunde piknik icin ormanda oldugunuz hayal edin. Aileniz güzel salatalar, patates kızartması ve mangal hazirlamis olsun. Hava harika, sıcaklık harika ve sizde oldukça iyi bir moddasiniz ve afiyetle hazırlanan yemekler yediniz. Siz bunları yemeye basladiginiz andan itibaren bu yiyeceklerin nasıl sindirildigini ve vucuda hazır hale getirildiğini hiç dusundunuz mu ? Mesela şöyle bir cümle sizi ne kadar etkiler;
” Eger yediklerinizin sindirilmesi islemi size sadece bir kereliğine bırakılsa korkunç acılar içerisinde olurdunuz”
Gelin Yüce Allahin vücudumuzda yarattigi sindirim sitemi mucizesini inceleyelim
Sindirim Sistemi ve Mide Asidi Sisteminin Yaratilisindaki Mucize
Göklerin ve yerin anahtarları O’nundur. O, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve kısar da. Çünkü O, her şeyi bilendir.
(Şura Suresi, 12)
Sindirme islemleri biz yemeye ilk basladigimiz nokta olan agzimizda başlamaktadır. Sindirimin hemen başında devreye giren tükürük salgısı, besinleri ıslatarak dişler tarafından öğütülmelerini ve yemek borusundan aşağı kaymalarını kolaylaştırır. Bir diğer özelliği kimyasal yapısı sayesinde nişastayı şekere çevirmesidir. Peki ağızda böylesine önemli bir madde olan tükürüğün salgılanmadığını düşünün. Böyle bir durumda ne yediklerimizi yutabilir, ne de ağız kuruluğundan dolayı doğru dürüst konuşabilirdik. Katı hiçbir besin alamaz, sadece sıvı ve sıvıya yakın maddelerle beslenebilirdik. Yani biz ilk andan itibaren alacagimiz keyfi hesap ederken Yücel Allah ilk saniyeden itibaren sistemini görkemli bir sekilde kurmuştur.
Besinler midemize ulaştıktan sonra bu görkemli sistem devam etmektedir. Midedeki sistemde de mükemmel bir denge söz konusudur. Besinlerin midedeki sindirimi, bu organın içindeki hidroklorik asit tarafından gerçekleştirilir. Ancak bu asit o denli güçlüdür ki, yalnız besinleri değil, mide duvarını bile eritebilecek güçtedir. Fakat bunun çözümü yaratılmıştır elbette: Sindirim sırasında salgılanan mukus adlı bir madde midenin tüm duvarlarını kaplar ve asidin parçalayıcı etkisine karşı mükemmel bir koruma sağlar. Böylece midenin kendi kendini yok etmesi engellenmiş olur. Mukusun bileşimindeki bir hata onun koruyucu özelliğini bozabilir. Oysa, gerek midenin sindirim için kullandığı asitte, gerekse o salgıdan mideyi korumak için ortaya çıkan mukusta kusursuz bir uyum vardır. ( Alt satıra gecmeden önce bir saniye durup dusunun tüm vücudumuz yerli yerince olsa ve sadece mukusumuz salgilanmasaydi neler olurdu ? Acikcasi Boyle bir durumda yemek yemek cin iskencesine doner ve salgılanan asitten kendini koruyamayan mide duvarlarımız inanılmaz acılar yasatirdi. Muhtemelen pek cogumuz da bu asit yüzünden sakat kalır ve kısa sure sonra olurduk, Iste simdi soyleyin Rabbinizin Hangi Nimetlerini Yalanlayabilirsiniz ??)
Mide boşken, proteinleri yani et gibi hayvansal gıdaları parçalamakla sorumlu salgı midede bulunmaz. Daha doğrusu mide boşken bu salgı tamamen farklı, parçalayıcı özelliği olmayan bir madde olarak midede mevcuttur. Protein içeren bir besin mideye geldiğinde, mideye salgılanan HCL, bu etkisiz maddeyi çok güçlü bir protein parçalayıcısı haline getirir. Böylece mide boş kaldığında bu güçlü protein parçalayıcı, proteinlerden yapılmış olan mideye zarar vermez.
Burada dikkat edilmesi gereken, söz konusu sistemi evrimin hiçbir şekilde açıklayamadığıdır. Çünkü evrim, küçük yapısal değişikliklerin, basamak basamak üst üste eklenmesiyle, ilkel canlılardan bugünkü karmaşık organizmaların oluştuğunu savunur. Oysa açıkça görüldüğü gibi, midedeki sistemin basamak basamak oluşmasına imkan yoktur. Tek bir faktörün bulunmaması canlının sonunu getirir. Evrimin tutarsızlığını daha iyi anlamak için bir örnek yeterli olur. Midesinde ürettiği asitle, kendi midesini eriten bir canlı düşünün; acılar içinde önce midesi parçalanır, daha sonra diğer iç organları bu asit tarafından tahrip edilir. Kendi kendini, canlı canlı yiyerek ölür.
Midedeki sıvının, besin geldiğinde parçalayıcı özellik kazanması, bir dizi kimyasal işlem sonucunda gerçekleşir. Sözde evrim süreci içinde, midesinde böylesine planlı kimyasal dönüşüm yapılamayan bir canlı düşünün. Midesindeki sıvı bir türlü parçalayıcı özellik kazanmayan canlı, yediklerini sindiremeyecek, karnında sindirilmemiş bir yiyecek kütlesi olduğu halde, besinsizlikten ölecekti.
Konuya bir başka açıdan bakalım. Mide asidini üreten mide hücreleridir. Bu hücreler de, vücudun herhangi bir yerindeki diğer hücreler de (örneğin göz hücreleri) aynı hücrenin anne karnında bölünmesiyle oluşmuş kardeş hücrelerdir. Dahası her ikisi de aynı genetik bilgiye sahiptirler. Yani her iki hücrenin bilgi bankasında hem gözün ihtiyacı olan proteinlerin, hem de midede kullanılan asitin genetik bilgisi bulunur. Fakat nereden geldiği bilinmeyen bir emre uyan göz hücresi, milyonlarca bilgi içinde yalnızca göze ait bilgileri, mide hücresi de mideye ait bilgileri kullanır. Peki, göze ait proteinleri niçin ürettiğini bile bilmedimiz göz hücreleri, bir gün mide asidini üretmeye başlasalar-ki mide asidinin nasıl üretileceğine ait bilgilere gerçekten sahiptirler- sonuç ne olur? İnsan kendi gözünü olduğu yerde eritir ve sindirir.
Kendi içimizdeki mükemmel dengeyi incelemeye devam edelim:
Sindirim işleminin devamı da aynı derecede planlıdır. Besinlerin sindirim sistemi tarafından parçalanmış, işe yarayan kısımları, ince bağırsak çeperleri tarafından emilerek kana karışır. İnce bağırsağın iç yüzeyi enine kıvrımlarla kaplı olup buruşuk bir kumaşı andırır. Her kıvrımın üzerinde ‘villus’ adı verilen daha küçük kıvrımlar vardır. Bu kıvrımlar sayesinde emme işlemini yapan bağırsak yüzeyleri muazzam bir şekilde artar. Villusların üzerindeki hücrelerin üst kısımlarında da ‘mikrovillus’ denilen mikroskobik uzantılar bulunur. Bu uzantılar birer pompa gibi çalışarak besinleri emerler. Dahası bu pompaların içleri, farklı besinler için farklı iletim yollarıyla döşenmiş kusursuz bir iletim sistemiyle dolaşım sistemine bağlanmışlardır. Böylece bu pompaların emdikleri besinler, dolaşım sistemiyle vücudun her yanına ulaştırılırlar.
Her bir villus yaklaşık olarak 3000 mikrovillusa sahiptir. İnce bağırsağın iç çeperinde bir milimetre karelik alan, 200 milyon kadar mikrovillusla kaplıdır. Bir milimetre karede 200 milyon pompa her an insanın hayatını sürdürmesi için yorulmadan, bozulmadan çalışmaktadır. Bu kadar çok pompa, çok büyük ve geniş bir yüzey buruşturularak, çok küçük bir yere sıkıştırılmıştır. Bu sistem, aldığımız besinlerden vücudumuzun maksimum derecede yararlanmasını, sonuç olarak da hayatımızın devamını sağlar.
Lutfen sayfayı kapatmadan önce az önce okuduğunuz seyler ile alakalı biraz fikir jimnastiği yapın. Gelin onada yardimci olalım; Yukarida ornek vermiştik Goze ait özelliklere uygun kimyasal üreten hücrelerimiz bir hata ile midemize ait kimyasalları üretmeye baslasa ne olurdu ? Kor olurduk…
Yada kemiklere ait kimyasal özellikleri salgılayan kemik hücrelerimiz birden bire kulağa ait kimyasalları üretmeye baslasa ne olurdu ? Muhtemelen kemiklerimiz kısa sure içerisinde kirilir ve biz muazzam korkunç bir geleceğe uyanırdık. Yüce Allah insanlarda ezici cogunlukta hatasız bir üretim sureci yaratmistir. Ancak yinede bazı kisilerdeki bunların sayısı eser miktarda azdır hatalı kodlamalar sonucu çeşitli hastalıklar vukuu bulabilmektedir. Cogunlugu genetik kökenli olan bu hastalıklar bu hastaligi yasayan kisi ve ailesine hayati zindan etmektedir. Acikcasi yasadiklari şey bir hayat dahi sayılmaz Boyle kisilerin. Soz gelimi genetik temelli bir hatasizlik olan Crohn hastaligini ele alalım, bu hastalık kalın bagirsagi etkileyen genetik bir hastalıktır yani milyonlarca genimizden bir yada birkacinin hayali kodlanması nedeniyle kisi hayati boyunca korkunç acılar yasamasina sebep olan Crohn hastaligina yakalanır. Yüce Allah bu seyrek genetik temelli hastaliklarla saglam kullarına hastalıkların varligini göstermekte nimetin farkına varmasını arzulamaktadır.
“Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Onlar, ayakta iken, otururken, yan yatarken Allah’ı zikrederler ve göklerin ve yerin yaratılışı konusunda düşünürler. (Ve derler ki:) ‘Rabbimiz, Sen bunu boşuna yaratmadın. Sen pek yücesin, bizi ateşin azabından koru’.” (Âl-i İmran Suresi, 190-191)