Hurda DNA bu sitede de bir kaç kez haber yaptigimiz uzere evrimcilerin DNA’nin aciklayamadiklari kisimlarina ellerinde bilimsel bilgi olmamasına rağmen “evrim surecinde ıskartaya cikarilmis artık ise yaramayan genler'” seklinde inandiklarini yazmistik. Daha bu inancın ilk ciktigi yıllarda dahi itirazlara muhatap olan bu argümanin bilim ilerledikçe seküler cehaletin kara, batil inanclarindan biri olduğu daha büyük hakikat olmaktadır. Asagida görebileceğiniz yazıda Prof Casey Luskin 2024 yili Nobel Tip ödüllerinde geceklesen bir DNA keşfini haberleştirmiş ve bu haberin icerigi ile hurda DNA incinin evrimcilerin inançlarında ne kadar leri gidebildikleri ve bagnaz olduklarını delilleriyle göstermiştir.
Evrimciler inanclarini bosluklara dayandirmislardir, bilim ilerledikçe yaratilis gorusunun yükselmesinin sebebi evrimcilerin eski yeteneklerin den uzak olmalarından degil ancak bilimin güneş gibi parlayan kanıtlarına artık muhalefet edememeleri dolayisiyladir. Insan sadece iki dakikasını düşünmeye ayırsa ve gözle görülemeyecek kadar kucuk bir alanda yüzlerce ansiklopedi kadar bilgi taşıyan DNA benzeri canlı yapıların mühendisliğin her tonu aktif olarak kullanildigini anlayabilecektir. Bir şifrenin kendisi başlı başına oldukça etkileyici yaratilis kanıtı iken o şifrenin birde oldukça minimal bir alana sigdirilmasi, şifrenin özellikle oldukça iyi bir sekilde korunması ( bakiniz piston 4 proteini), şifreyi okuyabilecek (okuyucu RNA) diğer canlı yapıların tam olması gerektiği yerde ve sekilde bulunmasi, şifre okunduktan sonra elde edilen bilginin nasıl kullanilacagi ve daha su an artık sayamayacağım binlerce gaz alici ve zeka kokan islemler butunun arkasında tesadüf oldugunun iddia edilmesi insan aklına büyük bir saldiridir. Ancak evrimciler bu saldirilari inanclarini korumak icin uzun yıllardır yapmaktadırlar. Insan etrafında ki güzelliklerin, besinlerin ve kendi vücudundaki organ, organel ve mikrobiyolojik yapılari çok kısa samimi bir gözle incelerse bunların arkasında o müthiş yaratilisi rahatlıkla görebilecektir.
Herseyinizi size saglayan Yüce Allaha ne kadar hamd ediyorsunuz ? Sahibinizi ne kadar aniyorsunuz…
Yüzlerinizi doğu ya da batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik; Allah’a, âhiret gününe, meleklere, kitaplara ve peygamberlere inanan; malını sevdiği halde akrabasına, yetimlere, yoksullara, yolda kalan gariplere, dilenenlere, hürriyetine kavuşmak isteyen köle ve esirlere veren; namazı dosdoğru kılıp zekâtı ödeyen; antlaşma yaptığında sözünde duran; sıkıntı, darlık, hastalık ve şiddetli savaş zamanlarında sabredenlerin yaptığıdır. Kulluklarında samimi ve dürüst olanlar işte bunlardır; gerçek takvâ sahipleri de yine bunlardır. Bakara 177
Gerek sizin yaratılışınızda, gerekse Allah’ın yeryüzüne yaydığı canlılarda kesin olarak inanacak bir toplum için nice deliller vardır. CAsiye 4
Hurda DNA Efsanesi Kesin Olarak Tarihe Gomuldu- Evrimciler Yine Yanildi
2024’ün En Büyük Bilim Hikayesi: “Junk DNA”nın İşlevi ve Nobel Ödülü
2024 yılının en büyük bilim hikayesi, hiç şüphesiz, Fizyoloji veya Tıp alanında Nobel Ödülü’nün, gen düzenlemesinde kritik bir rol oynayan mikroRNA (miRNA) molekülünü üreten ve uzun zamandır “junk DNA” (çöp DNA) olarak adlandırılan DNA parçalarının işlevinin keşfine verilmesidir. Bu keşif, 1990’lardan beri akıllı tasarım (Intelligent Design – ID) savunucularının öngördüğü bir gerçeği doğruladı: Genomdaki bu sözde “çöp” DNA’nın aslında hayati bir işlevi var. Nobel Komitesi, bu keşifle birlikte, akıllı tasarımın öngörülerini bir kez daha haklı çıkardı. Richard Sternberg ve Bill Dembski gibi meslektaşlarımız, Jonathan Wells’in 2011’de yazdığı The Myth of Junk DNA (Junk DNA Efsanesi) kitabında eleştirdiği görüşlerin erken dönem savunucularıydı.
David Coppedge, bu Nobel hikayesini Ekim ayında bizim için duyurmuştu, ancak ben seyahatte olduğum için tamamen kaçırmıştım. Geçen hafta bu yılın Nobel Ödülü üzerine bir podcast yaptım (aşağıda bulabilirsiniz) ve ne kadar büyük bir hikaye olduğunu fark ettim. Geç olsun güç olmasın, gelin bu keşfin detaylarına bir göz atalım.
Nobel Ödülü Basın Açıklaması Ne Diyor?
Nobel Komitesi, 2024 Fizyoloji veya Tıp Ödülü’nü, mikroRNA’nın keşfi ve gen ifadesinin düzenlenmesindeki rolü nedeniyle Victor Ambros ve Gary Ruvkun’a verdiğini açıkladı. Bu ödül, gen aktivitesinin nasıl düzenlendiğine dair temel bir prensibi ortaya çıkaran bir keşfi onurlandırıyor.
Kromozomlarımızda saklanan bilgi, vücudumuzdaki tüm hücreler için bir kullanım kılavuzu gibidir. Her hücre aynı kromozom setine sahiptir, yani her hücrede aynı genler ve aynı talimatlar bulunur. Ancak kas hücreleri ve sinir hücreleri gibi farklı hücre tipleri, birbirinden çok farklı özelliklere sahiptir. Peki bu farklılıklar nasıl ortaya çıkıyor? Cevap, gen düzenlemesinde yatıyor. Her hücre, yalnızca kendisi için gerekli olan talimatları seçer ve böylece her hücre tipinde yalnızca doğru gen seti aktif hale gelir.
Victor Ambros ve Gary Ruvkun, farklı hücre tiplerinin nasıl geliştiğiyle ilgileniyorlardı. MikroRNA adı verilen yeni bir RNA sınıfı keşfettiler. Bu küçük RNA molekülleri, gen düzenlemesinde kritik bir rol oynuyordu. Onların bu çığır açan keşfi, çok hücreli organizmalar için temel bir prensibi ortaya çıkardı. Artık biliyoruz ki, insan genomu binlerce mikroRNA kodluyor. Bu keşif, gen düzenlemesine tamamen yeni bir boyut kazandırdı. MikroRNA’lar, organizmaların nasıl geliştiğini ve işlev gördüğünü anlamak için temel bir öneme sahip.
MikroRNA’lar Nasıl Çalışır?
MikroRNA’lar, protein kodlayan mesajcı RNA’ya (mRNA) bağlanarak, bu mRNA’nın ribozomda proteine çevrilmesini engeller. Bu mekanizma, gen ifadesinin düzenlenmesinde son derece yaygın bir şekilde kullanılır ve çok hücreli organizmalar için hayati öneme sahiptir.
Bilim Dünyasının Sessizliği
Bu keşif ilk olarak küçük bir yuvarlak solucan olan C. elegans üzerinde yapıldı. Bu solucanda, miRNA’nın Lin-14 adlı bir geni kapattığı keşfedildi. Ancak, 1993’te bu bulgular yayınlandığında, bilim dünyasından neredeyse hiç ses çıkmadı. Bu alışılmadık gen düzenleme mekanizması, C. elegans gibi basit bir organizmaya özgü bir tuhaflık olarak görüldü ve insanlar gibi daha karmaşık canlılar için önemsiz kabul edildi.
Bu sessizliğin bir nedeni daha vardı: MikroRNA’lar, protein kodlamayan DNA tarafından üretiliyordu. Yani, uzun zamandır “junk DNA” (çöp DNA) olarak adlandırılan DNA parçalarından geliyorlardı.

MikroRNA’lar ve “Junk DNA” Efsanesi
Nobel Ödülü basın açıklaması, mikroRNA’ların bir zamanlar “junk DNA” olarak adlandırılan DNA’dan üretildiğini açıkça belirtmese de, birçok önde gelen bilim insanı bu noktaya dikkat çekiyor. Örneğin, Current Science dergisinde yayınlanan bir makale, 1990’ların başında bazı protein kodlamayan genlerin organizmalar için gerekli olduğunun bilinmesine rağmen, bu keşiflerin “junk DNA” inancını sarsmadığını belirtiyor. Ambros ve Ruvkun’un keşfi, bu arka plana karşı yapıldı ve protein kodlamayan DNA’nın önemini ortaya koydu.
İspanya Bilim Medya Merkezi’nde yer alan bir açıklamada, Madrid Özerk Üniversitesi’nden bir biyokimyacı, bu keşfin “daha önce ‘junk DNA’ olarak kabul edilen insan genomunun bir kısmına kritik işlevler atfettiğini” söylüyor. New York Genom Merkezi’nden Nicholas Robine ise bir tweet’inde “Nobel, çöp olmayan DNA için! MikroRNA” diye yazdı.
Akıllı Tasarımın Öngörüsü
Bu keşif, akıllı tasarım savunucularının uzun zamandır öngördüğü bir gerçeği doğruladı: Genomdaki “junk DNA” olarak adlandırılan kısımlar aslında işlevseldir. 1990’larda, evrim teorisi çerçevesinde geniş çapta kabul gören “junk DNA” paradigması, bilimsel ilerlemeyi engellemişti. Ancak akıllı tasarım, bu DNA parçalarının bir amaca hizmet ettiğini öngörüyordu. Eğer o dönemde akıllı tasarım biyolojide daha yaygın bir teori olsaydı, bu önemli mekanizma çok daha erken kabul görebilir ve biyomedikal bilgi çok daha hızlı ilerleyebilirdi.
Sonuç: Yaratılışın İzleri
Bu Nobel Ödülü, yalnızca “junk DNA”nın işlevselliğini ortaya çıkarmakla kalmadı, aynı zamanda evrim teorisinin bilimsel ilerlemeyi nasıl engelleyebileceğini de gösterdi. MikroRNA’ların keşfi, genomun karmaşıklığı ve tasarımı hakkında bize derin bir bakış açısı sunuyor. Bu keşif, doğanın rastgele süreçlerle değil, bilinçli bir tasarımın izlerini taşıdığını bir kez daha hatırlatıyor.
Umarız bir sonraki keşif, bu kadar uzun süre beklemek zorunda kalmaz ve bilim dünyası, yaratılışın izlerini daha hızlı fark eder.