Evrenin Yaratılışı Patlamadaki Denge (2)

Serinin giriş yazısında evrenimizin Big Bang ile  yoktan var edildiğini inceledik. Şimdi Bigbang üzerine bir miktar düşünelim, biraz fikir tealisi yaratılışın üstün kanıtlarını görmemiz açısından çok faydalı olacaktır.

Evrenin içinde yaklaşık  olarak 300 milyar galaksi vardır. Bu galaksilerin belirli şekilleri vardır, spiral galaksiler, eliptik galaksiler gibi. Bu galaksilerin her birinde bir o kadar da yıldız vardır. Bu yıldızlardan biri olan Güneş’in ise etrafında büyük bir uyum içinde dönmekte olan dokuz  gezegen vardır. Bunlardan üçüncüsünün üzerinde şu anda birlikte yaşıyoruz.

Yaşam ile ölüm arasında herhangi bir uzlaşı yoktur. Düzen ve düzensizlik ile de… Hiçbir bilimsel bilgiye başvurmadan sadece gündelik hayatınızdan gözünüzün önüne getirebileceğiniz bazı örnekler ile yukarıda ki savı kontrol edebilirsiniz. Bir büyük apartmanı inşaa edecek  kadar malzemeyi sokağa, tamda inşaat alanının yerine bırakalım. Şehire de bir kasırga yaklaşıyor olsun, sizce kasırga olanca rüzgar, yağmur ve fırtınavari gücüyle bu malzemelerden bir inşaat ortaya çıkartmış olabilir mi ? Örneğin bu şekilde verilmesi bile bir miktar canınızı sıktı değil mi , ama hayır yanlış anlamayın kimse ile dalga geçmiyorum sadece gerçekte düzen ile düzensizliğin ne olduğunu anlamınıza yardımcı olmaya çalışıyorum. Bence kısmen başarılı da oldum, devam edelim.

Big Bang bir patlama olduğuna göre, beklenmesi gereken, bu patlamanın ardından maddenin uzay boşluğunda gelişi güzel dağılması olacaktır. Bu rastgele dağılan maddenin evrenin belirli noktalarında birikip galaksiler, yıldızlar ve yıldız sistemleri oluşturması ise, bir buğday ambarına atılan bir el bombasının, buğdayları toplayıp, düzenli balyalara sarıp üst üste istiflemesi kadar “anormal” bir durumdur. Yada yukarıda ki ilk örneğimizde incelediğimiz gibi bir kasırganın bir miktar inşaat malzemesine ulaşıp onları fırtına etkisiyle inşaata çevirmesini beklemek gibi bir şey olacaktır.

 

Gerçekten de inanılmaz bir patlama vukuu bulmuştur ve bu patlamanın oluşturduğu düzen ile yıldızlar, galaksiler oluşabilmiştir.

.

BigBang Patlamasının Hızı

Deliller evrenin yaratılışındaki patlama hızının oldukça kritik bir değerde seyrettiğini göstermektedir. Her konuda ciddi bir düzenlemeye haiz olduğu belli olan Bigbang’in patlama hızı da oldukça kritik bir ayardadır.

 

Big Bang’le birlikte yaratılan madde, korkunç bir hızla yayılmaya başlamıştır. Ama burada bir noktaya dikkat etmek gerekir. Patlamanın bu ilk anında, bir de şiddetli bir çekim gücü vardır. Evrenin tümünü bir noktada toplayabilecek kadar büyük bir çekimdir bu zikredilen çekim gücü.

Haliyle Big Bang’in ilk anında birbirine zıt olan iki güçten söz etmek gerekir: Patlamanın gücü ve bu patlamaya direnen, maddeyi yeniden bir araya toplamaya çalışan çekimin gücü. Bu iki güç arasında bir denge oluştuğu için evren ortaya çıktı. Eğer ilk genişleme anında çekim gücü patlama gücüne baskın çıksa, o zaman evren genişleyemeden tekrar içine çökecekti. Eğer bunun tersi gerçekleşse ve patlama gücü çok fazla olsa, bu kez de madde birbiriyle bir daha asla birleşmeyecek şekilde savrulacaktı.

Bu denge ne kadar hassas olabilir sizce ? Özellikle yaratılış ile alakalı detaylar genellikle adeta beyin yakan detaylara sahiptir. Bakın popüler bilim yazarı ve bilim adamı olan Paul Davies ne söylemektedir bu patlamanın hızı ile alakalı;

Davies’e göre, Big Bang’in ardından gerçekleşen genişleme hızı eğer milyar kere milyarda bir oranda (10-18) bile farklı olsaydı, evren ortaya çıkamazdı. Davies bu sonucu şöyle anlatıyor:

Hesaplamalar, evrenin genişleme hızının çok kritik bir noktada seyrettiğini göstermektedir. Eğer evren biraz bile daha yavaş genişlese çekim gücü nedeniyle içine çökecek, biraz daha hızlı genişlese kozmik materyal tamamen dağılıp gidecekti. Bu iki felaket arasındaki dengenin ne kadar “iyi hesaplanmış” olduğu sorusunun cevabı çok ilginçtir. Eğer patlama hızının belirli hale geldiği zamanda, bu hız gerçek hızından sadece 10-18 kadar bile farklılaşsaydı, bu gerekli dengeyi yoketmeye yetecekti. Dolayısıyla evrenin patlama hızı inanılmayacak kadar hassas bir kesinlikle belirlenmiştir. Bu nedenle Big Bang herhangi bir patlama değil, her yönüyle çok iyi hesaplanmış ve düzenlenmiş bir oluşumdur.[1]

Evrenin başlangıcındaki bu muhteşem denge, ünlü Science dergisindeki bir makalede ise şöyle ifade edilir:

Eğer evren maddemizin yoğunluğu, bir parça daha fazla olsaydı, o zaman Einstein’ın genel görecelik kuramına göre evren, atomik parçacıkların birbirini çekme kuvvetleri dolayısıyla bir türlü genişleyemeyecek ve tekrar küçülerek bir noktacığa dönüşecekti. Eğer yoğunluk başlangıçta bir parça daha az olsaydı, o zaman evren son hızla genişleyecek, fakat bu takdirde atomik parçacıklar birbirini çekip yakalayamayacak ve yıldızlarla galaksiler hiçbir zaman oluşamayacaktı. Doğaldır ki bizde olmayacaktık! Yapılan hesaplara göre, evrenimizin başlangıçtaki gerçek yoğunluğu ile ötesinde oluşması imkanı bulunmayan kritik yoğunluğu arasındaki fark, yüzde birin bir kuvadrilyonundan azdır. Bu, bir kalemi sivri ucu üzerinde bir milyar yıl sonra da durabilecek biçimde yerleştirmeye benzer… Üstelik, evren genişledikçe, bu denge daha da hassaslaşmaktadır.[2]

 

Yüce Allah bilim adamları bu gerçeği yeni yeni keşfederken Kuran’da yüzyıllar önce bu durumu şöyle belirtmişti;

Biz göğü ‘büyük bir kudretle’ bina ettik ve şüphesiz Biz, (onu) genişleticiyiz. (Zariyat Suresi, 47)

Yakın zamanlarda vefat eden İngiliz bilim adamı Stephen Hawking patlamadaki dengeden şöyle bahsetmektedir ;

Evrenin genişleme hızı o kadar kritik bir noktadadır ki, Big Bang’ten sonraki birinci saniyede bu oran eğer yüz bin milyon kere milyonda bir daha küçük olsaydı evren şimdiki durumuna gelmeden içine çökerdi. [3]

 

Bu kadar hassas bir ayarlama gerçekten tesadüfen ortaya çıkmış olabilir mi ? Gündelik hayatınızdan herhangi bir tesafüf örneğini alıp örneğe uygulalamanızı istiyorum. Nasıl bir sonuç buldunuz ? Paul Davies aklın yolu birdir diyebileceğimiz bir çıkarımla destek veriyor.

 

 

 

 

 

Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur… Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığı kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir.”[4]

Oldukça Hassas Dört Kuvvet

Hattızatında  Big Bang’deki patlama hızı, evrenin ilk anında oluşan sayısal dengelerden yalnızca bir tanesidir. Big Bang’in ardından, şu an içinde yaşadığımız evrenin yapısını belirleyen “ölçüler” ortaya çıkmıştır ve bunlar tam olmaları gerektiği değerde belirlenmişlerdir.

Bu ölçüler, modern fiziğin kabul ettiği “dört temel kuvvet”tir. Evrendeki tüm fiziksel hareketler ve yapılar, bu dört kuvvetin birbiri ile iletişimi ve dengesi sayesinde olur. Bunlar; yerçekimi kuvveti, elektromanyetik kuvvet, güçlü nükleer kuvvet ve zayıf nükleer kuvvettir. Bunlar arasından Güçlü ve zayıf nükleer kuvvetler sadece atomun yapısını belirler.  Diğer iki kuvvet, yani yerçekimi ve elektromanyetizma ise, atomların arasındaki ilişkiyi ve dolayısıyla tüm maddesel objeler arasındaki dengeyi belirlerler. İşte bu temel kuvvetlerde Bigbang ile beraber ortaya çıkmışlardır.

Bu kuvvetler birbirleri ile karşılaştırıldıklarında ortaya çıkan rakamlar ise oldukça ilgi çekicidir. Çünkü bu kuvvetler, birbirlerinden ciddi derecede farklı değerlere sahiptirler. Eğer tüm bu kuvvetlerin birbirlerine olan oranlarını ortak bir birim kullanarak ifade etmek istersek şöyle yazmamız gerekir:

Güçlü nükleer kuvvet: 15
Zayıf nükleer kuvvet: 7.03 x 10-3
Yerçekimi kuvveti: 5.90 x 10-39
Elektromanyetik kuvvet: 3.05 x 10-12

 

Sadece bir göz atıldığında dahi üstteki sayılar arasında çok büyük uçurumlar olduğu görülebilecektir. Örneğin güçlü nükleer kuvvetin değeri, yerçekimi kuvvetinin değerinden yaklaşık “milyar kere milyar kere milyar kere milyar kere milyar” kadar daha büyüktür. Peki acaba bu kadar farklı bir güç dağılımının amacı nedir? Ünlü genetikçi ve bilim yazarı  Michael Denton, Nature’s Destiny: How the Laws of Biology Reveal Purpose in the Universe  (Doğanın Kaderi: Biyoloji Kanunları Evrendeki Amacı Nasıl Gösteriyor) adlı kitabında bu soruyu şöyle cevaplar:

Eğer yerçekimi kuvveti bir trilyon kat daha güçlü olsaydı, o zaman evren çok daha küçük bir yer olurdu ve ömrü de çok daha kısa sürerdi. Ortalama bir yıldızın kütlesi, şu anki Güneşimizden bir trilyon kat daha küçük olurdu ve yaşama süresi de bir yıl kadar olabilirdi. Öte yandan, eğer yerçekimi kuvveti birazcık bile daha güçsüz olsaydı, hiçbir yıldız ya da galaksi asla oluşamazdı. Diğer kuvvetler arasındaki dengeler de son derece hassastır. Eğer güçlü nükleer kuvvet birazcık bile daha zayıf olsaydı, o zaman evrendeki tek kararlı element hidrojen olurdu. Başka hiçbir atom olamazdı. Eğer güçlü nükleer kuvvet, elektromanyetik kuvvete göre birazcık bile daha güçlü olsaydı, o zaman da evrendeki tek kararlı element, çekirdeğinde iki proton bulunduran bir atom olurdu. Bu durumda evrende hiç hidrojen olmayacak ve yıldızlar ve galaksiler, eğer oluşsalar bile, şu anki yapılarından çok farklı olacaklardı. Açıkçası, eğer bu temel güçler ve değişkenler şu anda sahip oldukları değerlere tam tamına sahip olmasalar, hiçbir yıldız, süpernova, gezegen ve atom olmayacaktı. Hayat da olmayacaktı.[5]

Bilim adamlarından yapılan alıntılara önem veriyorum çünkü pek çok kişi özellikle bilim adamlarının bir kısmının ateist olmasının tek başına ikna edici bir sonuç olduğu fikrindedir. Halbuki bu bilim adamlarının bir kısmının ateist olması hikayesi ve üzerine bina edilen fikirler için pek çok faktör ve sebep vardır. Yakında Youtube videoları ile bu durumu daha detaylı göstermeye çalışacağım Allah izin verirse.

 

Kameraları yine Paul Davies’e yönlendirelim;

Eğer doğa biraz daha farklı sayısal değerler seçmiş olsaydı, evren çok daha farklı bir yer olacaktı. Ve büyük olasılıkla onu görmek için biz burada olamayacaktık… Ve insan kozmolojiyi araştırdıkça, inanılmazlık giderek daha belirgin hale gelir. Evrenin başlangıcı hakkındaki son bulgular, genişlemekte olan evrenin, hayranlık uyandırıcı bir hassasiyetle düzenlenmiş olduğunu ortaya koymaktadır.[6]

 

 

Bilim adamlarından yaptığım alıntılar açıkça yaratılışı göstermektedir. Bilim adamları hiçte böyle bir sonuç bulmak için çaba göstermiyorken Allah Azze ve celle kendilerine apaçık yaratılışı göstermiştir.

Göklerin ve yerin mülkü O’nundur; çocuk edinmemiştir. O’na mülkünde ortak yoktur,her şeyi yaratmış, ona bir düzen vermiş, belli bir ölçüyle takdir etmiştir. (Furkan Suresi, 2)

 

 

Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah’ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. (Bakara Suresi, 164)

Apaçık Yaratılışı Görebilmek

Görebilmek kelimesi kullandım alt başlık için aslında görebilmek ziyade görememek için yetenek sarfetmek gerekli. Buraya kadar incelediğimiz gibi, 20. yüzyıl bilimi, evrenin Allah tarafından yaratıldığını ispatlayan açık deliller ortaya koymuş bulunmaktadır. Aslında bu alanda bir deyim de sözkonusudur. Anthropic  Principle yani insani ilkeler adını verdiğimiz bilimsel gerçekler evrenin her haliyle insanoğlu için yaratıldığına dair açık bir kanıt sunmaktadır.

 

Amerikalı astronom George Greenstein, The Symbiotic Universe (Simbiyotik Evren) adlı kitabında bu gerçeği şöyle itiraf eder:

Bu, (fizik kanunlarının yaşam için özel olarak tasarlanmış oluşu) nasıl mümkün olabildi?… Kanıtları inceledikçe, ısrarla önemli bir gerçekle karşı karşıya geliyoruz; bir doğa üstü Akıl devreye girmiş olmalıdır. Yoksa acaba bir anda, hiç de o niyeti taşımamamıza rağmen, bir İlahi Varlık’ın var olduğuna dair bilimsel delillerle mi yüzyüze geliyoruz?[7]

 

Amerikalı astrofizikçi Hugh Ross, “Dizayn ve İnsani İlke” başlıklı bir makalesini şöyle bitirir:

Akıllı ve üstün bir Yaratıcı evreni yoktan var etmiş olmalıdır. Akıllı ve üstün bir Yaratıcı evreni dizayn etmiş olmalıdır. Akıllı ve üstün bir Yaratıcı Dünya gezegenini dizayn etmiş olmalıdır. Ve yine akıllı ve üstün bir Yaratıcı hayatı tasarlamış olmalıdır.[8]

Bilim işte bu şekilde Yaratılış’ı ispatlamaktadır: Allah vardır ve etrafınızda gördüğünüz veya göremediğiniz bütün varlıkların Yaratıcısı’dır. O, göklerin ve yerin, evrendeki muazzam denge ve düzenin tek sahibidir. Kalplerin ise yegane sahibidir.

Tasarım kelimesinden kasıt evrenin Allah tarafından yaratılıp düzenlenmiş olması demektir. Evrendeki hassas dengeler, canlı cansız tüm varlıklar Allah’ın üstün yaratma sanatının apaçık delillerindendir. Günümüzde bilimin ulaştığı bu sonuç ise, Kuran’da bundan 14 yüzyıl önce haber verilmiş olan bir gerçeğin teyidinden başka bir şey değildir. O gerçek, Kuran’da şöyle ifade edilmektedir:

Gerçekten sizin Rabbiniz, altı günde gökleri ve yeri yaratan, sonra arşa istiva eden Allah’tır. Gündüzü, durmaksızın kendisini kovalayan geceyle örten, Güneş’e, Ay’a ve yıldızlara Kendi buyruğuyla baş eğdirendir. Haberiniz olsun, yaratmak da, emir de (yalnızca) O’nundur. Alemlerin Rabbi olan Allah ne yücedir. (Araf Suresi, 54)

 

[1] Paul Davies, Super force: The Search for a Grand Unified Theory of Nature, 1984, s. 184  https://archive.org/details/superforcesearch00davi/page/n275/mode/2up  Kitabı çevirim içi olarak bu linkten okuyabilirsiniz.

[2] Bilim ve Teknik Dergisi Sayı 201 Sayfa 16 ( bu kaynağa çevirimiçi olarak ulaşabileceğiniz bir link bulamadım ancak dileyen PDF versiyonunu çeşitli siteler aracılığıyla satın alabilir.)

[3] Stephen Hawking, A Brief History Of Time, Bantam Press, London: 1988, s. 121-125

 

[4] Paul Davies. God and the New Physics. New York: Simon & Schuster, 1983, s. 189

[5] Michael Denton, Nature’s Destiny: How the Laws of Biology Reveal Purpose in the Universe, The New York: The Free Press, 1998, s. 12-13

[6] Paul Davies. The Accidental Universe, Cambridge: Cambirdge University Press, 1982, Giriş

[7] George Greenstein, The Symbiotic Universe, s. 27

[8] Hugh Ross, “De sign and the Anth ro pic Prin – cip le”, Re asons To Be li eve, CA, 1988

Paylaş:

Yazar: MuratS

Gezgin, Allah aşığı, varlık bilim genel ilgi alanı- Bilim Yazarı

İlgini Çekebilir

Hücre Bir Fabrika Degildir, Ondan Çok Daha Fazlasidir

”Hücre bir makine gibidir”, ”hücre çok gelişmiş bir fabrika gibidir” vb. pek çok benzetmeyi konuyla …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir