Dinozorlar, şimdiye kadar yaşamış canlılar içinde, insanları ve özellikle de çocukları en çok büyüleyen canlılardır. Bunun nedeni belki de onların, birçok örneğinde görülen büyüklükleri ve sahip oldukları pek çok alışılmadık anatomik özellikleridir (dinozorların büyüklüğü, bir horozun boyutundan seksen tona kadar bir ağırlığı ve beş katlı bir binaya kadar uzunluğu olan Brachiosaur’un boyutuna kadar değişkenlik gösteriyorlardı). Şimdi tarih sahnesinden silinmiş olan bu devasa canlıların fosilleri geçmişe ışık tutabilmemize yardımcı olmaktadır.
Dev Brachiosaurus’ların illustre edildiği anonim kaynaklı bir illustrasyon. Brachiosaurus’lar bilinen en büyük dinosaurlardı.
Dinozorların fosil kaydı, bugün soyları tükenmiş olan canlılar konusunda mümkün olduğu kadar yaratılışı doğrulamaktadır. İlk dinozor fosili, 180 yıl önce İngiltere’de bulundu. 1822 yılında, bir fizikçi ve aynı zamanda da amatör bir paleontolog olan Dr. Gideon Mantell’in eşi tarafından büyük bir diş keşfedildi. Dr. Mantell, daha başka fosiller aradı ve birkaç diş ve kemik daha buldu. Bulduğu fosilleri ünlü bir Fransız bilim adamı olan Baron Cuvier’e gönderdi. Şimdiye kadar, bunlarla karşılaştırılabilecek hiçbir fosil görmemiş olan büyük Fransız bilim adamı bu kez yanıldı. Cuvier, dişlerin, eski bir gergedana ve kemiklerin de, soyu tükenmiş bir suaygırına ait olduğunu belirledi. Daha sonra, Dr. Mantell’in bir arkadaşı, ona, dişlerin yapısının, Meksika ve Güney Amerika’da bulunan Hint (İguana) kertenkelesininkilere benzediğini haber verdi. O zaman Dr. Mantell, çok şaşırtıcı yeni bir canlı türünün kalıntılarını bulduğuna karar verdi ve bu yaratığa, Iguanodon (iguana dişli) adını verdi. Kısa bir süre sonra, kertenkele benzeri büyük bir etçilin fosilleşmiş diş ve kemikleri bulundu ve Megalosaurus olarak isimlendirildi. Iguanodon ve Megalosaurus’un, o güne kadar keşfedilmemiş, soyu tükenmiş bir canlı türünün üyeleri oldukları fark edildi. Büyük İngiliz anatomi ve fosil bilimcisi Sir Richard Owen, onlara, “korkunç kertenkele” anlamına gelen Dinosaur ismini verdi. Iguanodon kalıntılarıyla birlikte, keskin, gaga benzeri bir kemik bulundu ve bunun bir gaga olduğu düşünüldü.
Evrimcilerin kendi kaynaklarından benimde seri boyunca oldukça sı faydalandığım Romer ile başlayalım. Romer, Saltopusuchus gibi devasa bir canlının uçan sürüngenler ve kuşların atası olduğu konusunda oldukça iddialı bir cümle ile başlamaktadır.
Romer, bir pseuodosuchia tekodont’u olan Saltoposuchus hakkında konuşurken şöyle der:
Bunun, pterosaur’lar, kuşlar ve dinozorların ortaya çıktığı türe ait bir form olduğu gayet açıktır.[1]
Ne sözü edilen ilk iki gruba, ne de iki dinozor takımından birine, Ornithischia’ya, doğru olumlu bir işaret gösteren hiçbir bilinen tekodont yoktur. Eğer bu canlılar, uçan sürüngenler, kuşlar ve ornithischia’lara doğru hiçbir “olumlu işaret” göstermiyorlarsa, Saltoposuchus gibi bir canlının, nasıl oluyor da uçan sürüngenlerin, kuşların ve kuşsu dinozorların atası olduğu gayet açık oluyor?
Görünen o ki, Romer, daha iyi bir adaydan yoksun olduğu için, kuşların, uçan sürüngenlerin, kuş kalçalı dinozorların ve timsahların ataları olarak tekodont sürüngenleri seçmiştir. Çünkü, fosil kaydı, gerekli geçiş formlarını ve esas ataları göstermemektedir. Romer, archosaur’lar (tekodontlar, timsahlar, uçan sürüngenler ve dinozorlar) konusundaki önceki tartışmasında şöyle der:
Farklı archosaur’ların uç formları arasındaki yapısal özelliklerdeki pek çok benzerlik, ortak bir atadan gelir biçimde, bundan sonraki döllere aktarılmadı. Fakat, bu özellikler, farklı grupların üyeleri tarafından bağımsız olarak kazanıldılar. Ancak bu, akrabalık göstergeleri olarak karakterlere bir engel teşkil etmez. Fosil form çalışmaları gittikçe artan bir şekilde göstermektedir ki, evrimde, çok büyük miktarda bir paralellik vardır; fakat, yine bu çalışmalar, yakın paralelliklerin, yalnızca, yakın akraba formlarında gerçekleşmiş gibi görünmektedir.[2]
Romer’in burada kabul ettiği şey, bu canlı gruplarının, pek çok benzerlik içermeleri nedeniyle birbirlerine bağlandıkları, fakat her durumda, yapısal özelliklerin pek çoğunun ve varsayılan evrimsel uç formları tarafından ortaklaşa paylaşılmayan özelliklerin zaten varsayılan ortak ata tarafından da sahip olunmadığı ve böylece sonraki döllere de aktarılmadığıdır. Evrimcilerin bu gibi durumlarda kabul ettikleri şey, evrimsel ata popülasyonunun, ayrı ayrı evrimleşen soylara bölünmesiyle, her evrimleşen soyun, aynı yapı ya da yapıları diğerlerinden bağımsız anlamda kazandıklarıdır (“paralel evrim”). Bunun anlamı şudur: Bir yapısal özelliğe ortak anlamda sahip olan iki veya daha fazla canlının, eğer, varsayılan atanın, bu yapısal özelliği taşımadığı biliniyorsa, sahip oldukları bu özellik, onların ortak bir atadan geldiklerini göstermemektedir. Romer, timsahlar, uçan sürüngenler, tekodont’lar ve dinozorların, sahip oldukları benzerlikler nedeniyle Archosauria adlı tek bir grupta toplandıklarını söylemekte ve bu benzerliklerin birçoğunun ortak bir atadan aktarılmadığını söylemeye de devam etmektedir. Bununla beraber, bu benzerlikler, ataların tahmin edilmesinde bir temel görev görmektedir. Romer, yakın paralelliğin, yalnızca yakın akraba formlarda meydana geldiği tahminine dayanarak, evrim masalını haklı çıkarmaya çalışmaktadır. Fakat, eğer benzerlikler, bağımsız olarak kazanılmış olan akrabalıkların ortaya çıkarılmasında kullanılıyorsa, o zaman, sorgulanan canlıların gerçekten akraba olduklarını nereden bileceğiz? Bu gerçekten de kör bir inanç gerektirir. “Erken Dinozor Evriminin Sırları” başlıklı bir makalede Cox şöyle der,
“Dinozorların soylarının tükenmesinin sırrı konusunu tartışan çok şey yazılmaktadır, bu sırrın bir o kadarı da, onların kökeni ya da kökenlerini kuşatmış olan belirsizliktir.[3]
Önceden de belirtildiği gibi, dinozorların, pseudosuchia’lardan evrimleştiği tahmin edilmektedir. Bu fikirdeki sorun, ata kabul edilen pseudosuchia’ların, dinozorlar evrimleştikten sonra, halen var olmalarıdır. Cox şöyle der:
Geç Trias’ın her döneminde, pseudosuchia’lar, torunları oldukları tahmin edilen büyük çeşitlilikteki dinozorla beraber ve büyük bir çeşitlilikle, bir arada var olmuşlardır.[4]
Cox, kuşsu ve sürüngenimsi dinozorların hakkında konuşurken şöyle der:
Eğer Trias pseudosuchia’ları ile bu iki çeşit dinozor arasında bir bağlantı kurulmaya çalışılırsa, aralarındaki olası evrimsel bağların inatla ortaya çıkmamasına rağmen, bu iki grup arasında zaman olarak şaşırtıcı bir çakışma var olduğu görünmektedir. [5]
Önceden de belirtildiği gibi, Romer, kuşsu dinozorları, tahmin edilen tekodont atalarıyla bir araya getirmenin hiçbir yolu olmadığını kabul etmektedir. Ancak, Cox’un da anlattığı gibi, her ne kadar, pseudosuchia tekodont atalar ve onların dinozor dölleri Geç Trias’ta bir arada var olmuşlar ve onların arasında hiçbir evrimsel ara tür bulunamamışsa da, Romer, sürüngenimsi dinozorların tekodontlara benzerliklerinin, onların tekodont sürüngenlerden evrimleştiğini düşünmeye yetecek kadar büyük olduğunu kabul etmektedir. Kökenler ile ilgili yaratılış ve evrim modellerinin güvenilirliği konusunda düşünürken, dinozorların esas kökeni konusu ile ilgili olarak, en doğru yaklaşım, bir tekodont sürüngeni ile genel bir dinozor formu arasında bir bağ hayal etmek değil, benzersiz yapılara sahip dinozorların evrimsel kökenlerini belgeleyecek olası geçiş formlarını aramaktır. Eğer evrim gerçekse, bu eşsiz yapıların kademeli olarak var oluşlarını gösteren bir dizi geçiş formlarını kolaylıkla bulabilmeliyiz. Eğer yaratılış gerçek ise, bu eşsiz yapılara sahip dinozorlar, başlangıçta, tümüyle gelişmiş biçimde, birdenbire ortaya çıkacaklardır. Bu durumda yaratılış kuramı kesin olarak kazanmış oluyor. Gerekli olan geçiş formları tek bir durumda bile bulunmamıştır.
Boynuzlu dinozorların (Ceratopsia altsınıfı) en önemli özelliği, tabi ki, bir veya birden daha çok boynuzları olmasıdır. Bu kuşsu dinozorların kemikli boynuzları, görünüş olarak, günümüz bizonlarınınkine benzemektedir. Triceratops, yaklaşık sekiz ile on tonluk bir ağırlığa ve beş ile altı metre arasında bir uzunluğa sahipti. Her iki gözünün üzerinde birer tane ve burun bölgesinde de bir tane merkez boynuz olmak üzere toplam üç büyük boynuza sahipti. Triceratops, kafatasının, parietal ve squamosal kemiklerinin uzamasıyla oluşmuş, on, on beş santim kalınlığında, kemikli bir boyun yelesine sahiptir. Bu kalkan, boyun bölgesi için önemli bir koruma sağlıyordu. Centrosaurus da, kemikli bir kalkanla donatılmıştı ve burun bölgesinde tek bir boynuza sahipti. Protoceratops, Moğolistan’ın Üst Kretase kayaları arasında bulunan dinozora verilen isimdir. Kuzey Amerika ve Moğolistan’da, Protoceratopsidae familyasında yer alan buna benzer çeşitli dinozorlar bulunmuştur. Protoceratops’a, hiç boynuzu olmadığı için, yanlış isim verilmiştir. Burun bölgesi boynuzumsu yapıdadır ve bazı bireylerin üzerinde buruşukluklar vardır. Evrimciler, bu tür canlılarda boynuzların gelişebileceğini düşünmektedirler; fakat bunu gösteren hiçbir geçiş formu bulunamamıştır. Üstelik, yukarıda da söylendiği gibi, Protoceratops, tüm boynuzlu dinozorların bulunduğu dönem olan Üst Kretase’de bulunmuşlardır. Gerçekten, evrimcilere göre, protoceratops dinozorlarının en ilkellerinden birisi olarak tanımlanan Leptoceratops gracilis, Kuzey Amerika’da son olarak bulunan dinozorlardan biriydi. Eğer Protoceratops boynuzlu dinozorların atası olsaydı, Üst Kretase’den daha yaşlı olduğu kabul edilen Alt ve Orta Kretase gibi jeolojik oluşumlarda bulunması gerekirdi. Sonuç olarak Protoceratops, boynuzlu dinozorların atası olduğu iddiası böylece boşa çıkmış olmaktadır. Triceratops’un olası evrimsel çeşitleri konusunda, iki dinozorun sözü edilmektedir. Bunlar, artık tam gelişmemiş bir Triceratops olduğuna inanılan Sterrholophus ile patolojik bir Triceratops biçimi olan Diceratops’tur. Weishampel ve diğerler şöyle der:
Protoceratopsidler ve gerçek boynuzlu dinozorlar olan ceretopsidler arasında büyüklük ve göreli büyüme (allometric) özellikleri olarak keskin bir devamsızlık vardır; ve familyaların üyeleri arasında bir karışıklık yoktur.[6]
Toplam uzunluğunun yaklaşık üçte birine eşit kafa ve kalkana sahip olan Triceratops dinozorundan farklı olarak, Stegosaurus, boynuzsuz, küçük bir kafaya sahipti. Ancak Stegosaurus, bazı alışılmadık yapılara sahipti. Bu yapılar, kuyruk üzerindeki, her biri yaklaşık bir metre uzunluğunda olan çivi benzeri boynuzlar ile, boynu, gövdeyi ve kuyruğu boydan boya kaplayan plâkalardan oluşuyordu. Altı metre uzunluğunda dört ayaklı olan bu dinozorlar çivi benzeri yapılarını elbette ki kendilerini korumak için kullanıyorlardı; fakat plâkaların ne işe yaradığı, şüpheli bir konudur. Bazı insanlar, iskelete bağlarla bağlanmış halde bulunan plâkaların zırh görevi gördüğünü ileri sürmüşlerdir. Ancak, birbiri ardına gelen çift sıra düzeni ve plâkaların konum şekli, bu plâkaların, ısı değişimini sağlama görevleri olduğu görüşünü desteklemektedir. Ancak, plâka ve çivi yapılarının kademeli evrimsel kökenini gösteren bir geçiş formu dizisi bulunamamıştır. Bol miktarda bulunan Stegosaurus fosilleri, evrimden beklenenin tam tersine, yaratılış ile uyum göstererek, tümüyle gelişmiş biçimde ortaya çıkmaktadır.
Dev Triceratops fosili. Kaynak : https://www.nationalgeographic.com/science/phenomena/2013/06/11/chipping-away-at-triceratops-hype/ Erişim tarihi: 06/01/2020
Bir diğer alışılmadık dinozor çeşidi de, hadrosaur ya da ördek gagalı dinozordur. Bu iki bacaklı canlıların çok sayıda fosili Üst Kretase kayaları arasında bulunmuştur. Dünyanın hemen her bölgesinde yaşıyorlardı. Bu dinozorlar, ördek gagalarla donatılmış olmalarına rağmen, gagalarının arka tarafına doğru çok sayıda dişleri vardı. Örneğin, Trachodon, iki bin kadar dişe sahipti. Bu ördek gagalı dinozorların bir çoğunun, tuhaf görünüşlü, kemikli ibikleri vardı. Bunlar, Parasaurolophus, Saurolophus, Lambeosaurus ve Corythosaurus idi. Görünüşe göre bu dinozorlar zamanlarının büyük bir bölümünü suda geçiriyorlardı; çünkü pençe olmayan toynaklı, perdeli ayaklara sahiptiler. Vücut uzunlukları, ortalama dokuz metreydi. Eğer bu dinozorlar, bir tekodont sürüngenden ya da sıradan bir dinozordan evrimleşmiş olsalardı, sıradan çene ve dişlerden kademeli olarak evrimleşen ördek gagalarını gösteren çok sayıda geçiş formunu bulabilecektik. Böyle tek bir geçiş form, asla bulunamadı. Tüm ördek gagalı dinozorlar, yaratılışa olumlu kanıtlar sunarak, tümüyle gelişmiş biçimde ortaya çıktılar.
Ankylosauria alttakımına ait dinozorlar, dinozorlar içinde, çok kalın zırhlara sahip “sürüngen tanklarıydılar. Bu bodur, geniş, dört ayaklıların başları, sırtları ve kuyrukları kemikli yumrularla kaplanmıştı ve omuz bölgelerinden dışa doğru, uzun çivi yapıları uzamıştı. Bazılarının kuyruklarında uzun, kemikli çivi yapıları vardı. Ayrıca, Ankylosaurus’un, güçlü kuyruğunun uç kısmına yakın bir yerde, etkili bir savaş sopası görevi gören, büyük bir kemikli yumru vardı. Etçil bir dinozor, akşam yemeği için bir Ankylosaurus yemeye karar verdiğinde, bu serüven kırık dişler ve kırık bir bacakla sona erebilirdi! Bu zırhlı dinozorlara ait hiçbir geçiş formu bulunamamıştır. Iguanodon’lar, ördek gagalı dinozorlar, çatılı sürüngenler (stegosaur), boynuzlu dinozorlar ve zırhlı dinozorların (ankylosaur) hepsi kuş kalçalı dinozorlardı. Sürüngen kalçalı dinozorlar arasında hem en küçük, hem de en büyük ve en vahşi olan dinozorları buluyoruz. Alt takımın altında (infra-takım) olan Coelurosauria’lar arasında, kuyrukları dahil, uzunlukları bir metreden iki metreye kadar değişen küçük dinozorlar bulunmaktadır. Coelurosauria’lar, ince yapılı, iki bacaklılardı. Coelophysis, yaklaşık iki metre uzunluğunda, Podokesaurus, yaklaşık bir metre, Compsognathus ise, yaklaşık olarak bir tavuk büyüklüğündeydi. Küçük bir baş, uzun bir boyun ile uzun ve ince bir vücuda sahip olan Struthiomimus (“devekuşu benzeri”) kendi ebatlarında bir devekuşuna benziyordu. Belki, bazıları, Struthiomimus’un, kuşların atası olduğunu ileri sürebilir. Fakat unutmamalıyız ki, Struthiomimus’un, tek bir tüyü bile yoktu, kuş kalçası yerine, sürüngen kalçası taşıyordu ve hiç dişi yoktu (Arkeopteriks’in dişleri vardı). Struthiomimus’ta bulunan tüm özellikler, bu canlıda, bir anda tamamlanmış biçimde ortaya çıkmaktadır. Diğer tüm coelurosaurian’ larda olduğu gibi bunda da hiçbir geçiş formu yoktur. Küçük coelurosaurian’ların aksine, Carnosauria infra-takımına ait dinozorlar çok büyük, iki bacaklı etçillerdi. Büyük ve keskin dişlerle donatılmış, güçlü bir çeneye sahip olan Allosaurus, yaklaşık, dokuz on metre uzunluğundaydı. Tyrannosaurus, neredeyse altı metre yükseğe kalkan, yaklaşık on beş metre uzunluğundaydı ve bilinen en büyük etçil dinozordu. Yaklaşık on beş santim uzunluğunda dişleri ve iki metre uzunluğunda çeneleri vardı. Yine, fosil kaydı, evrim kuramının ihtiyacı olan geçiş formlarını bulmakta başarısız olmuştur.
Bütün dinozorların en büyükleri ve en görülmeye değer olanları, Sauropodamorpha alttakımına ait kocaman, dört bacaklı, otçul dinozorlardı. Tüm uzunluğu 30 metreye ulaşan uzun bir kuyruk ve uzun bir boyuna sahip olan ve çift kirişli anlamına gelen Diplodocus bu gruptandır. Gök gürültüsü kertenkelesi anlamına gelen ve artık Apatosaurus olarak isimlendirilen Brontosaurus, yaklaşık yirmi dört metre uzunluğunda ve kırk ton ağırlığındadır.
Dev Brontosaurus, 24 metre uzunluğunda ve 40 ton ağırlığındaki muhteşem devasa yaratık Allahın güçlü olarak yarattığı canlılarından biridir. Kaynak: https://www.renderhub.com/astil/brontosaurus Erişim tarihi: 06/01/2020
Bir Brachiosaurus fosili, yaklaşık seksen ton ağırlığında ve beş katlı bir bina yüksekliğindeydi. Brachiosaurus’un burun delikleri burnunun uç kısmında değil, kafasının üzerindeki kemikli bir kubbe üzerinde yer almıştı! Brachiosaurus’un bu alışılmadık yapıya niçin sahip olduğunu hiç kimse bilmiyor; ama, burun deliklerinin, burun ucundan kafanın üstündeki kemikli kubbeye yer değiştirmesini gösteren tek bir geçiş formunun bile bulunmadığını biliyoruz. Erken dönemde yaşamış bazı iki bacaklı canlıların, dört bacakla hareket biçimine geri döndükleri ve sonra da otçul dinozorlara evrimleştikleri ileri sürülmektedir. Ancak, bazı küçük dinozorlardan gelen bu korkunç canlıların kökenlerini belgeleyebilecek hiçbir geçiş formu bulunamamıştır. Başlangıçtan bu yana, Diplodocus, Diplocodus’tur, Brontosaurus, Brontosaurus’tur, Brachiosaurus da Brachiosaurus’tur.
Bir beklenmedik gelişme ve evrim senaryosuna meydan okuma da, dinozor fosillerinin, Kuzey ve Güney Kutuplarına çok uzak olmayan yerlerde keşfedilmiş olmasıdır. Antarktika’nın İngiliz Topraklarındaki James Ross Adası’nın kuzey ve doğusunu içine alan altı haftalık bir jeolojik inceleme gezisine başkanlık eden Michael Thomson, bir ornithischian (kuş kalçalı) dinozoruna ait fosil kalıntılarını bulduklarını haber verdi. Bu fosil, Avustralya’da, Kuzey Amerika’da, Avrupa’da ve Kuzey Afrika’da bulunan fosillerdendi. Bu canlı yaklaşık üç metre uzunluğunda ve iki bacaklıydı. Ayrıca, aynı yerde fosilleşmiş kabuklar, kozalaklı ve geniş yapraklı ağaçların yaprakları, ağaç gövdeleri ve eğreltiotları bulundu. Thomson, bir kaç yıl önce, bir deniz sürüngeni olan plesiosaur fosillerini bulduklarını bildirdi. Kuşsu dinozorun yaklaşık yetmiş milyon yaşında, yani Geç Kretase döneme ait olduğu bildirildi. Hammer ve Hickerson, Antarktika’da dört değişik türdeki dinozor fosillerinin keşfedildiğini bildirdiler. Bunların arasında kocaman ibikli etçil bir theropod olan Cryolophosaurus ellioti vardı. Bu dinozorun alışılmadık kafatası özellikleri, diğer dinozorlardan çok daha farklı olduğunu gösterdi. Ayrıca, Kuzey Kutbu’na yaklaşık 600 km uzaklıkta olan Kirkpatrick Dağında, 4000 metre yükseklikte uçan bir sürüngen olan bir pterosaur’un kol kemiği fosilleri ile memeli benzeri bir sürüngen olan tritylodont’un bir azı dişi ve bu canlıların yaşadığı dönemde, bölgenin ağaçlarla kaplı olduğunu gösteren fosilleşmiş kozalaklı ağaç gövdeleri bulundu.[7]Yani, bugün, yılın büyük bölümünde sıcaklığın aşırı derecede düşük olduğu, karanlığın aylar boyu sürdüğü Kuzey Kutbu’na çok yakın bir yerde, memeli benzeri sürüngenlerin, uçan sürüngenlerin, deniz sürüngenlerinin ve dinozorların fosilleri bulunmuştur. Gelen haberler, Kuzey Kutup Dairesi’nin üzerinde yer alan, 70°kuzey paraleline yakın olan Kuzey Alaska Bayırı’ndaki Umiat’ın kuzeyinde yer alan Colville Nehri boyunca, dinozor ve başka hayvan fosilleri bulunduğunu anlatıyordu.[8]Evrimci jeologlar, dinozorların yaşadığı dönemlerde, Alaska’nın, daha çok kuzeyde, belki de 85° kuzey paraleline kadar bulunduğuna inanmaktadırlar (Kuzey Kutbu, 90° konumundadır). Bu fosillerin içinde bulunduğu oluşumun Geç Kretase dönemine ait olduğu söyleniyor.
Davies, ördek gagalı dinozor fosillerinin keşfini anlatır. Davies, az permineralizasyonla (petrifikasyon) korunma niteliklerini anlatır. Kemiklerin çoğu küçük vücutlu bireylere ait olmakla birlikte bazı kemikler dokuz metre uzunluğunda bireylerin varlığını gösteriyordu. Davies, hem küçük hem de büyük, ördek gagalı dinozorların bu kadar kuzeyde bulunmalarının, kutuplara kadar yayılan değişmez ve de ılıman bir iklimin kanıtı olduğunu ileri sürdü. Brouwers ve diğerleri ördek gagalı dinozorlardan olan “balta kafalı” dinozorların (lambeosaurine) fosillerinin keşfinden söz etti. Bunlar Tyrannosaurus rex veTroodon (Corythosaurus benzeyen, kemikli kubbeye sahip bir dinozor) dinozorlarına benzerler. Fosil kemiklerinde çok az miktarda permineralizasyon vardı. Gerçekten, aynı yerde bulunan fosilleri anlatan bir gazete makalesinde, bilim adamlarından biri, Berkeley’deki California Üniversitesi’nde paleontoloji profesörü olan Bill Clemens, fosillerdeki permineralizasyon eksikliği konusunda şöyle dedi:
“Bunlar, 60-70 milyon yaşındaki bir şeyden çok, Buzul Çağı çökelimlerine benziyor.”[9]
Belki de bu canlıların yaşları için 60-70 milyon yıldan ziyade binlerce yıl demek, gerçeğe çok daha yakın olacaktır.
Brouwers ve diğerleri ayrıca, ot cinsi bitkiler, kozalaklı ağaçlar ve geniş yapraklı ağaçların fosil bulgularını bildirdiler.[10]Bu bilim adamları kanıtların, bu hayvanların kıştan önce göç etmediklerini, tersine yıl boyunca orada kaldıklarını gösterdiğini savunmaktadırlar. Parrish ve diğerleri Colville Nehri bölgesindeki kaplumbağaların ve boynuzlu dinozorların bulunan fosillerinden bahsetmişlerdir. Bu, Kuzey Alaska Bayırı’ndaki ilk kaplumbağa fosili raporuydu. Alaska bölgesindeki bu tek alan, ördek gagalı dinozorların, tyrannosaur dinozorlarının, bir troodont dinozorunun, boynuzlu dinozorların, bir kaplumbağanın, ot cinsi bitkilerin, kozalaklı ağaçların ve geniş yapraklı ağaçların fosillerinin bulunduğu yerdi.
Güney Kutbu’ndan sadece bir kaç yüz kilometre uzaktaki yüksek bir dağda, dört farklı dinozor çeşidinin, bir uçan sürüngenin ve bir memeli benzeri sürüngenin fosilleri çıkarılmıştır. Antarktika’daki James Ross Adası yakınlarında, bir kuş kalçalı dinozor fosili ve eğreltiotu, kozalaklı ağaç ve geniş yapraklı ağaç fosilleri bulunmuştur. Antarktika’da, deniz sürüngeni olan bir plesiosaur’un fosili de bulunmuştur. Antarktika’da pek çok hayvan çeşidinin önemli sayıda fosili bulunmaktadır. Peki, nasıl oldu da, dinozorlar, denizel sürüngenler, uçan sürüngenler, memeli benzeri sürüngenler ve kaplumbağalar gibi canlılar, bugün aylarca süren bir karanlığın ve uzun süren çok şiddetli soğukların olduğu bu bölgelerde hayatta kalabildiler? Eğreltiotları, kozalaklı ağaçlar ve geniş yapraklı ağaçlar aylarca süren karanlığın olduğu ve sıcaklığın çok düşük olduğu bu bölgelerde nasıl yaşamlarını devam ettirebildiler?
Dinozorların yok oluşu konusunda pek çok kuram ortaya atılmıştır. Bugün en çok ilgi gören kuram, yerküreye bir göktaşının çarptığı, yükselen gaz ve toz bulutlarının, dünyanın her tarafını kuşattığı ve güçlü bir sıcaklık düşüşünün, dinozorları yok edecek kadar güçlü bir afet etkisi yarattığı fikridir. Başka bilim adamlarının ileri sürdükleri bir diğer kuram, bu “derin donma” yorumundan farklıdır. Onlara göre, göktaşı çarpmasının etkisi, dünyanın korla kaplanmasını, çok fazla çimen yanmasını ve orman yangınlarının çıkmasıyla, dinozorların yok olmasını sağlayacak derecede büyüktü. Bu kuram, “kızgın ocak” olarak da isimlendirilebilir. Ancak bu kuramların, ölümcül bir yanı vardır. Dinozorların yok olmasına sebep olan şey, mutlaka, yerküre üzerindeki tüm dinozorları öldürmeye yetecek kadar geniş kapsamlı bir afet olmalıdır; yani, büyük olanlar, küçük olanlar, ot yiyenler, et yiyenler, iki bacaklılar, dört bacaklılar, zırhlılar, boynuzlular ve ördek gagalıların bir tekini bile hayatta bırakmayacak bir afet olmalıdır. Böylesine korkunç bir afet yerküreyi mahvetmişse, o zaman aynı afet niçin kanat çırpan zayıf kuşları öldürmedi? Böylesine büyük bir afette kuşlar nasıl hayatta kalabildi? İnce derili memeliler nasıl hayatta kalabildiler? Bütün dinozorların, uçan sürüngenlerin ve deniz sürüngenlerinin yok olduğu bu büyük afette yılan, kertenkele, kaplumbağa ve timsah gibi sürüngenler nasıl hayatta kaldı?
Tüm dinozorlar, uçan sürüngenler ve deniz sürüngenleri ile daha birçok canlı bir afet sonucu yok olurken, kuşlar, memeliler, timsahlar, kaplumbağalar, yılanlar ve kertenkelelere hiçbir şey olmaması, tümüyle gerçek dışı bir fikirdir. Diğer yandan, küresel tufan sonucu ortaya çıkan tümüyle farklı iklim ve coğrafya şartlarında nesillerini çoğaltma çabalarının bir kısmı başarılı olurken, pek çok hayvan için büyük bir başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Görünüşe göre, dinozorlar, kaybedenler arasındaydı. Evrimciler, dinozorların, günümüzden 230 milyon yıl öncesinden, günümüzden 65 milyon yıl öncesine kadar yeryüzünde olduklarına inanmaktadırlar. Buna göre, dinozorlar 165 milyon yıl boyunca, çeşitli eşsiz türlere evrimleşip geliştiler. Bu sözü edilen 165 milyon yıl süresince, milyarlarca dinozor yaşamış ve ölmüş olmalıdır. Eğer evrim gerçekse, doğa tarihi müzelerimiz, boynuzların, ördek gagaların, sivri uçlu çubukların, plakaların, ibiklerin, kemikli kubbelerin ve dinozorların daha birçok eşsiz özelliğinin kademeli evrimsel kökenini ortaya çıkartan, çok sayıda geçiş formu fosili ile dolu olmalıdır. Buna benzer tek bir geçiş formu bile bulunamamıştır. Dinozor fosil kaydı, özel yaratılış için çok büyük ve olumlu bir kanıttır.
Önemli Not: Bu yazının yazılmasında Prof. Dr. Duane Gish’in ”Evrim: Fosiller Hala Hayır Diyor” isimli kitabından büyük ölçüde faydalandım.
[1] Romer, Vertebrate Paleontology, s. 140.
[2] A.g.e, s. 136.
[3] Barry Cox, “Mysteries of Early Dinosaur Evolution”, Nature 264:314 (1976).
[4] Barry Cox, “Mysteries of Early Dinosaur Evolution”, Nature 264:314 (1976).
[5] a.g.e., 264:314
[6] D. B. Weishampel, Peter Dodson ve Halszka Osmolska, editörler, The Dinosauria (Berkeley: University of California Press, 1990), s. 610.
[7] W. R. Hammer ve W. J. Hickerson, Science 264:828-830 (1994).
[8] K. L. Davies, Journal of Paleontology 61(1): 198-200 (1987).
[9] Sam Bishop, “North Slope Dinosaurs,” Northland News, Fairbanks, Alaska, Mart 1989.
[10] J. M. Parrish ve diğerleri, Palois 2:377-389 (1987).
Azim, sabır ve çalışma bir başarı için olmazsa olmaz şartıdır. Siz bunları gerçekleştirerek zoru başarmışınız. Sizi bu güzel yazınızdan dolayı canı gönülden tebrik ederim.
Çok teşekkürler güzel yorumlarınız ve desteğiniz için…
Aydınlatıcı bir yazı olmuş keyifle ve dikkatle okudum
Büyük bir emekle yazmışsınız, kaynakları vermeniz bendeki inanılırlığınızı artırdı Teşekkürler
Üstad detaylara hakimiyetin etkileyici
Tekrar okumam lazım üzerine bir şeyler demem için, düşündürücü
İlginç bilgiler, kaynaklarda var…
Tebrikler, kaleminiz sağlam.. Düşüncelerinizde
Biraz uzundu evet ama heralde bu konu en yalın böyle anlatılırdı.. şüphesi olanlar dikkatle mutlaka; olmayanlar keyifle okumalıdır. Teşekkürler
Derslerimde hisseme düşenleri kullanacağım.Emeğine sağlık…
Selamlar.Tavuk embriyosunda dinozor bacağı üretildi iddiasi hakkında görüşleriniz nelerdir?Bununla ilgili yazı bekliyoruz..
Merhaba
İlgili iddianın bulunduğu bir kaynak paylaşabilirseniz bir göz atarım. Bir yazı yazma konusunda ise bu tarz çalışmaların nasıl mümkün olduğu ve Allahın bilimi nasıl emrimize verdiğine, bu çalışmaların mümkün olabilmesi için insanoğluna verilen düşünme, akledebilme yeteneklerinin nasılda bize özel olduğununda eklenebileceği bir yazı , evet bu olabilir.
Evolution dergisinde yayımlanmış. Ben de bilimfili diye bir siteden okumuştum. Daha birçok sitede bulunuyor. Teşekkürler