Allahın Kadrini, Yüceliğini Hakkıyla Takdir Edebiliyormuyuz
Evrenin yüce yaratıcısı Allah Zümer Süresinde şöyle buyurmaktadır;
” Onlar Allahın Kadrini Hakkıyla Takdir Edemediler. Oysa kıyamet günü yer bütünüyle onun avcundadır, göklerde sağ eliyle bükülüp dürülmüştür. O, şirk koştuklarından münezzehtir.” Zümer 67
Allah bu ayette açık bir şekilde kendi zatını tanımayanların yani onun nimetlerinin nasıl var olduğu, neden bu dünyada olduğumuzu, sahip olduğumuz, olamadığımız nimetlerin neden yaratıldığını ve insan bilincinin doğasını hakkıyla sorgulamayanların evrenin yüce yaratıcısının kadrini hakkıyla takdir edemeyeceklerini bildirmektedir. Ancak bu zararına bir takdir edemeyiştir, çünkü bunu takdir edip ona göre hayat sürebilmek için insanın sadece bir kez şansı bulunmaktadır.
Ancak takdir edebilmek için kim, neden, niçin gibi soruları ilgili objeye uygulamak suretiyle tanımak gereklidir. Kendi varlığımız söz konusu olduğunda bunu şu şekilde uygulayabiliriz;
– Canlılık açık bir şekilde bir yaratılış işi, canlılığın temelindeki bilgi, tesadüfi doğal süreçler ile canlılık arasındaki uzlaşması mümkün olmayan çizgiler bunu açıkça göstermektedir. Peki o halde canlılığın sahibi kim ? Tüm bunları kim yarattı ?
– Yaşayan tüm canlılar bir sistemin parçaları gibi görünmektedir. Peki bu sistemin sahibi bu canlılığı, hastalanan, ölen ve doğan bu canlıları neden yarattı ?
– Tüm tek hücreli ve çok hücreli canlıları ele aldığımızda insanoğlunun konumu açık bir şekilde benzersizdir çünkü tüm sistem ve tüm canlılar dolaylı yada direkt yollardan insanoğlunun emrindedir. Sistemin yöneticisi açık bir şekilde insanoğlu olmaktadır. Peki bunları yaratan varlık neden hepsini insanoğlunun emrine vermiştir ?
– İnsanoğlu evrende entellektüel bir bilince sahip bilinen tek varlıktır. Bu bilinç onun akledebilmesini, sorgulayabilmesini, anlayabilmesini, araştırabilmesini ve tüm bunların sonucunda çıkarım yapabilmesini sağlamaktadır. Neden insanoğlu sorgulama yapabilecek yetenekte yaratılmıştır ?
– Neyi sorgulaması istenmiştir ?
– Canlılığı yaratan varlık neden dünyaya acı, keder ve hastalıkta vermiştir. Bu gibi argümanlar bize neyi göstermektedir ?
Bunları sorgulamayan kişiler nerede, hangi koşullarda doğmuş olurlarsa olsunlar aslında Allah katındaki konumları bellidir. Onlar akletmeyenlerdir, çünkü Allah kuranda pek çok yerde aklımızı kullanıp sorgulama yapmamızı emretmektedir.
“(İnsanlar) devenin nasıl yaratıldığına, göğün nasıl yükseltildiğine, dağların nasıl dikildiğine, yeryüzünün nasıl yayıldığına bir bakmazlar mı?” (Gaşiye, 17)
Bir başka ayette içtiğimiz suyun tamda ihtiyaçlarımıza uygun ve tadının da içebileceğimiz şekilde yaratıldığı ve insanoğlunun bu konuda düşünmesi gerekliliği Allah tarafından şöyle dile getirilmiştir ;
İçtiğiniz suyu hiç düşündünüz mü? Siz mi onu buluttan indiriyorsunuz yoksa biz mi? Dileseydik onu acı yapardık. Hiç şükretmez misiniz? Vakıa 68-69-70
Bakara süresinde ise bu konuda çok daha detaylı adeta bir sunum şeklinde hatırlatmalar yapılmakta ve yine insanoğlunun bunlar hakkında düşünmesi emredilmektedir.
Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara yararlı şeyler taşıyarak denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökten yağmur indirip onunla arzı ölmüşken diriltmesinde, oradaki hayvanları üretip yaymasında, gök ile yer arasında Allah’ın emrine boyun eğmiş rüzgarları ve bulutları şu yandan bu yana yöneltmesinde, aklını kullanan bir topluluk için nice deliller vardır. Bakara 164
Zaten yerin ve göğün rabbi yüce Allahın kıyamet günü yıkıma uğrayacak kişileri tanıtırken kullandığı ifadeler dikkat çekicidir. ”Onlar Allahın kadrini hakkıyla takdir edemediler” Anılan kişilerin Allahın zatını belli ölçüde takdir ettikleri anlaşılmaktadır ancak Allah için bu yeterli değildir. Çünkü evrenin üstün, eşi bulunmaz yaratıcısının ismini anarken mantıki tüm gereksinimleri karşılamanız ve onun kıymetini adam gibi takdir etmeniz gereklidir.
Eğer bu soruları sorup cevapları fıtratımıza[1] uygun bir şekilde yanıt vermezseniz ister Çinde doğun, ister Katar’da isterseniz Mekke’de ve hatta peygamberimizin doğduğu evde doğsanız dahi akletme melekenizi kullanmamış ve nihayetinde doğuştan, yaşadığınız kültürden aldığınız öğretileri bir gerçek olarak kabullenirsiniz.
Bu yazıyı okumakta olanlara bir soralım;
Eğer Türkiye’de doğmasaydınız da Çin’de doğsaydınız sizce müslüman olabilirmiydiniz?
Kaç taneniz incil ve tevrat okudu ve diğer dünya dinlerini inceledi. Onların her biri bir yaratıcıya inanıyor sizinkinin doğru olduğunu gösteren ispatlayan şey nedir ?
Hiç merak buyurmayın ben direkt söyleyeyim, yukarıda sıraladığımız soruları adam gibi sorup fıtratına göre yanıtlar verecek az sayıdaki kişi hariç insanların ezici çoğunluğu islamı bulamayacaktı. Peki o halde İsveç’te doğanın suçu nedir ? Yada Japonya’da doğanın ?
Hiç kimse otomatik bir kurtuluşta olmadığı gibi hiçkimsenin de otomatik bir günahı bulunmamaktadır. Allah azze ve celle her bir nefsin hidayetini sorgulamaya, akletmeye bağlamıştır. Bu akletmeler olmaz ise Allahın kadri hakkıyla takdir edilemez böylelikle Allahın arzında Allaha yapılabilecek en büyük edepsizlik, çapsızlık yapılmış olur. Bunun akıbetinin de ağır bir ceza olduğu vakıadır.
O halde Allahın kadrini hakkıyla takdir etmek için hemen bugünden itibaren bir çaba içerisine girişmeliyiz. Çünkü evrenin yüce yaratıcısının yüceliğini, yaratma sebeplerini onun yine bize indirdiği deliller ve vesilerle idrak etmez ise sokakta hayatını boşuna boşuna geçiren kitleden bir farkımız olmayacaktır.
[1] Fıtrat yaratılıştan gelen özellikleri açıklamak için kullanılan bir kelime.