Fosil kayıtlarının durağanlığı Evrim-Yaratılış tartışmaları ile az çok ilgilenen hemen hemen herkesin bildiği bir durumdur bu ise Darwinizim için ciddi bir sıkıntıdır, aslında fiilen yenilgidir ama taraftarları pek kabul etmek istemezler ancak ara sıra açıkça kabul ettikleri yada daha doğru bir ifade ile reddedemedikleri durumlarda olmaktadır, focus dergisinin yayınında olduğu gibi…
Yaşam patlamaları ve kitlesel yok oluşlarla gezegenimizin sakinleri pek çok kez değişti. Ama bazı hayvanlar milyonlarca yıl neredeyse aynı kaldı. Peki bunun sırrı nerede?
Canlı bir örneği 1938’de yakalanana kadar soyunun tükendiği sanılan ‘coelacanth’, 400 milyon yıllık fosillerine çok benziyor. Bu canlı, deniz ve kara hayvanları arasındaki kayıp halka olarak gösteriliyor.
Fosil kayıtları, günümüzdeki ana hayvan gruplarının çoğunun 520-542 milyon yıl önce, Kambriyen Dönemi’nde ortaya çıktığını gösteriyor. Bugünün böcekleri gibi petek gözlere sahip eklembacaklı trilobitler, omurgalı balıklar, denizyıldızları ve daha pek çok hayvan jeolojik açıdan kısa sayılan bu süre içinde sahneye çıktı. Kambriyen öncesinde, deniz suyunu süzerek ya da deniz tabanındaki bakterilerle beslenen yumuşak bedenli, çokhücreli canlıların fosilleri görülüyor. Kısa bir süre önce, ‘Edikara’ organizmaları olarak bilinen bu canlıların da bir ‘patlamayla’ ortaya çıktığı açıklandı.
Edikara fosillerini inceleyen Virginia Teknik Enstitüsü araştırmacıları buna ‘Avalon Patlaması’ adını verdi. Araştırma grubundan Bing Shen, ‘Edikara organizmaları ile Kambriyen hayvanları arasında ata-torun ilişkisi yok. Çoğu da Kambriyen Patlaması’ndan önce kayboldu’ diyor. Araştırmayı yayımlayan Science dergisi, Kambriyen Dönemi’nden önce bir patlamanın daha olmasının, ana değişimlerin hızla meydana geldiği fikrini desteklediğini belirtiyor.Verilere göre, bugüne kadar birçok kitlesel yok oluş meydana geldi ve dünyadaki türlerin çok büyük kısmının soyu tükendi. Bazı canlıların nesilleri ise milyonlarca yıldan beri devam ediyor. Dört ay önce Kanadalı bilim insanlarının 445 milyon yıl öncesinden kalma at nalı yengeci fosilleri bulduğu açıklandı. Royal Ontario Müzesi’nden yapılan açıklamada bugünkü at nalı yengeçlerine olan benzerliklerinin aşikâr olduğu belirtiliyor. Yine yakınlarda keşfedilen 540 milyon yıllık taraklı embriyosu fosili ve 360 milyon yıllık su canlısı taşemen de günümüzdekilere benziyor. Akrep 430 milyon yıllık fosiline, Yeni Zelanda’da yaşayan bir tür sürüngen olan tuatara yaklaşık 150 milyon yılık fosiline, ıstakoz 110 milyon yıllık fosiline benziyor. Birçok böcek türü, timsahlar, denizkaplumbağları ve birçok bitki türü de uzayıp giden listenin içinde.Canlı bir örneği 1938’de yakalanana kadar soyunun tükendiği sanılan, deniz ve kara hayvanları arasındaki kayıp halka olarak gösterilen ‘coelacanth’ da 400 milyon yıl öncesinden kalma fosillerine çok benziyor. Birçok zoolog, etyüzgeçli balıklardan olan bu hayvanın deniz tabanında yürüdüğünü düşünüyordu.
Max Planck Enstitüsü’nden Profesör Hans Fricke ve meslektaşları 1987’de denizaltılarıyla araştırmalar yaptı. İlk kez coelacanthları doğal ortamlarında görüntüleyen ekip, o güne kadar çok sayıda bilim insanının kabul ettiği bu varsayımın gerçek dışı olduğunu kanıtladı. Esnek yüzgeçleri, baş aşağı ve geri geri yüzmesini sağlıyordu. Deneyler, coelacanthın baş aşağı durup kafasındaki elektro algılayıcı organla avlarını belirlediğine işaret ediyor.
Günümüzdeki ana hayvan grupları Kambriyen Patlaması’nda ortaya çıktı. Daha önce suyu süzerek ya da deniz tabanındaki bakterilerle beslenen çokhücreli canlılar vardı. Yeni fosiller, onların da dünya sahnesine hızla çıktığını gösteriyor.
İki yıl önce balıklar ve dört ayaklı hayvanlar arasındaki kayıp halkaya ait olduğu belirtilen, yaklaşık 400 milyon yıllık fosillerin bulunduğu açıklanmıştı. Fosilleri bulan Chicago Üniversitesi’nden Neil Shubin ve ekibi, Nisan 2006’da Nature’da yayımlanan makalelerinde, fosillerin etyüzgeçliler (Sarcopterygii) sınıfından bir balığa ait olduğunu söylüyor. Araştırmacıların Tiktaalik roseae adını verdiği bu türün, daha önceki etyüzgeçli balıklardakine benzer kemikleri var. Bilim insanları çok iyi korunmuş bu yeni fosillerde, yüzgeçin uç kısmına doğru bilek benzeri bir düzen de gördü. Bunun yüzgeç uçlarının kıvrılmasını sağladığı, ayak gibi destek sağladığı düşünülüyor. Tiktaalik’in timsahınkine benzer bir kafa yapısı da var. Neil Shubin şunları söylüyor: ‘Karada yürüyen hayvanlar yerçekimiyle başa çıkmalı; hava, su gibi onları kaldırmaz. Ayrıca, hayvanlar karada kuruyabilir. Bu özellikle tehlikeli, çünkü birçok temel metabolik işlem için su gerekir. Tabii, suda solunum da karadakinden farklı. Hava soluyan hayvanların, oksijeni çekmek için solungaçlardan daha etkin bir yönteme ihtiyacı var.’ Shubin, karada yaşayan hayvanları balıklardan ayıran çok sayıda özellik olduğunu belirtiyor: ‘Parmaklı uzuvlar, boyunlar, omurlarının arasında kemiksi bağlar bulunan bel kemikleri, kemiksi içkulak, büyük kürek kemiği, kaburgalar…’Birçok fosilbilimci 1999’da, 530 milyon yıl öncesinden kalma balık fosilleri bulunana dek gerçek balıkların Kambriyen Dönemi’nde var olabileceğinden şüphe ediyordu.
Ardından, 2003’te erken Kambriyen Dönemi’nden kalma 500 balık fosili daha keşfedildi. Cambridge Üniversitesi’nden Profesör Conway Morris ve ekibi bu fosillerde gözler, solungaçlar, yüzgeçler, kalp ve bağırsağı da belirledi. Balıklar Kambriyen’de nasıl ortaya çıktı? Dört ayaklı kara hayvanlarının yaklaşık 400 milyon yıl önce etyüzgeçli balıklardan evrimleştiği düşünülüyor. Etyüzgeçli balıklardan olan coelacanth, 400 milyon yıl boyunca coelacanth olarak kaldı. Aşağı yukarı aynı süre içinde rastlantısal değişimler sonucunda balıklar sürüngenlere, memelilere ve sonunda insana dönüşmüş olabilir mi?Geçtiğimiz yılın şubat ayında Pittsburgh Üniversitesi’nden yapılan basın açıklamasında, Profesör Jeffrey H. Schwartz’ın çalışmalarının sonuçları duyuruldu. Açıklamada ‘ısı şok proteinlerinin’ varlığı sayesinde genom yapısının (organizmanın sahip olduğu genetik şifrelerin tamamı) sürekli değişmediği dile getiriliyordu. Her hücrede bulunan bu proteinlerin ana işlevinin, protein katlanmalarında oluşabilecek hataları önlemek olduğu belirtiliyor. Schwartz ve biyokimya Profesörü Bruno Maresca kısaca şunu söylüyor: Bu tür bir koruma mekanizmasıyla hangi çeşidi olursa olsun mutasyonların tutunması çok zor. Schwartz, ‘Eğer moleküllerimiz değişip dursaydı, dünyanın her yerinde hızla garip hayvanlar ortaya çıkardı’ diyor
Bu yazı http://www.kesfetmekicinbak.com/atlasdan/dogamiz/07576/ adresinden alınmıştır