Yaşamın Gerçek Tarihi, Evrim mi Yaratılış mı, Fosiller Yaratılışı Gösteriyor ( Uçan, Süzülen ve Deniz sürüngenleri) (9)

Uçan Sürüngenler
Bir önceki yazıda kara sürüngenlerinin ve aslında sürüngen dendiğinde akla gelen canlıların kökeninin yaratılış olduğu yönündeki güçlü kanıtları sergilemiştim. Fosil kayıtları için her zaman dikkat çeken en önemli olay bulunan canlı fosillerinin ne olursa olsun tam olarak oluşmuş uzuvlara sahip olmasıdır. Modern Sentez’e göre yani bugünkü evrimcilerin evrim inancına göre değişimler çok yavaş gerçekleşmelidir. Milyonlarca yıl sürmelidir, tabi ki böyle milyonlarca yıl gibi zaman algıları ortaya çıktığında haklı ve mantıki olarak yarı gelişmiş uzuvlar, organların yarı gelişmiş aşamalarını gösteren geçişleri görmek istiyor. En nihayetinde fosilin morfolojisini etkileyecek derecede değişimler yaşanacağı açık, ancak bunları fosil kayıtlarında göremiyoruz. Eğer gerçekten çok yavaş tesadüfi mutasyonlarla gerçekleşen bir evrim geçmişine sahip olsaydık çok rahat bir şekilde bu geçişin izlerini görebiliyor olmalıydık. Ancak bunu göremiyoruz. Aynı durum bu yazıda göstereceğim Uçan sürüngenler ve deniz sürüngenleri için de geçerlidir.
Tüm pterosaurlarda (Uçan sürüngenler) olduğu gibi, sürüngende var olan üç parmağın aksine, dördüncüsünün çok daha uzun olduğu çok açıktı. Bu dördüncü parmak, kanat zarı için en büyük desteği sağlıyordu. Tabi ki bu, hassas bir yapı değildi ve eğer pterosaurlar, tekodontlardan(Kara sürüngeni)  ya da başka toprağa bağlı sürüngenlerden evrimleşmiş olsalardı, bu dördüncü parmağın kademeli olarak uzamasını gösteren ara türler bulunmuş olmalıydı. Ancak, böyle geçiş formların tek bir işaretine bile rastlanmamıştır.
 “En erken” pterosaurlar, Üst Trias kayaları arasında bulunmuş ve bunların, geç Rhamphorhynchus’lara çok yakın benzerlikler içerdiği açıklanmıştır. En erken pterosaur iskeletleri, yapıları, kuşlarınkinden çok farklı olmasına rağmen, günümüz kuşlarınınki kadar etkin uçmaya uygundu. Mantığa göre, eğer, Rhamphorhynchus ve benzeri uçan canlılarda bulunan ve uçuş için gerekli olan çok özel yapıları milyonlarca yıl süren kademeli bir evrim sonucunda sıradan bir kara sürüngeninden evrimleşmişse, bu dönüşümü belgeleyen önemli sayıda geçiş formu bulunmuş olmalıdır. Böyle tek bir geçiş formu bile hiçbir zaman bulunamamıştır. Carroll şöyle der:
….bütün Trias pterosaurları uçmak için yüksek derecede özelleşmişlerdi ve pek çok özellik açısından geç rhamphorhynchus’lara benziyorlardı. Bunlar, kendilerinin esas ataları hakkında çok az, uçmanın kökeniyle ilgili erken dönemler konusunda ise hiçbir kanıt sağlamazlar.[1]


Bir uçan sürüngen, Rhamphorhancus. Kaynak: https://store.fieldmuseum.org/product/Rhamphorhynchus_Figurine Erişim tarihi : 05/01/2020

 Pterosaurların, pterodactyl grubu da aynı derecede benzersizdi. Pteranodon büyük bir gagası ve arkaya doğru uzayan kemikli bir ibiği olan dişsiz bir sürüngendi. Bütün uçan sürüngenlerde olduğu gibi, kanat zarı, dördüncü parmak tarafından destekleniyordu. Quetzalcoatlus’un kanat açıklığı, hemen hemen 12 metreye ulaşıyordu ve Texas’ta keşfedilen pterodactyl fosillerinin 16 metreye kadar kanat açıklıklarına sahip oldukları açıklanmıştır. Bu kanat açıklığı günümüz savaş uçaklarınınkinden daha uzundur!

Kanat açıklığı 16 metreyi bulan dev Pterodactyl uçan sürüngenleri filmlere konu olmuştur. Canlının devasa büyüklüğünün anlaşılabilmesi için filmden bir sahneyi alıntıladım. Kaynak : https://mubi.com/tr/films/pterodactyl Erişim tarihi : 05/01/2020

Terodaktillerle ilgili olarak, Carroll şöyle der:
 Solnhofen (Wellnhofer, 1970) fosillerinden görebildiğimiz gibi, pterodactyl benzeri canlılar, Üst Jura’da çok sayıda ve çok çeşitli olarak bulunuyorlardı. Bu kalıntılar, en küçük pterosaurların bazılarını ve en büyük uçan sürüngenlerin atalarını içermektedir. Rhamphorhynchus benzerleri ile pterodactyl benzerileri arasında bir ara form bilinmemektedir….[2]
 Uçan sürüngenlerin fosil kaydı, yaklaşık 150 milyon yıllık bir süreç ve Antarktika dışında her kıtadan alınmış yaklaşık 90 türü kapsamaktadır. Şu gayet açıktır ki, eğer bu çok özel uçan sürüngenler olan rhamphorhynchus benzerleri ve pterodactyl benzerleri, 150 milyon yıllık bir süreç içerisinde, bir kara sürüngeninden evrimleşmişler ve fosilleri dünyanın her yerinde bulunmuşsa, bu canlıların, bir kara sürüngeninden evrimleştiğini gösteren çok sayıda geçiş formu da keşfedilmiş olmalıdır. Durum kesinlikle tam tersidir. Rhamphorhynchus ve pterodactyl çeşitleri, hiçbir geçiş formu olmaksızın, tamamen gelişmiş biçimde bulunmaktadırlar.


 Aslında sır olmayacak bir bilgi vermek gerekirse. Bir kara sürüngeninin, kademeli olarak, bir uçan sürüngene dönüşebileceği fikri, saçmalıktır. Evrimleşmeye başlamış yapılar, ara seviyelere yarar sağlamaktan çok, büyük zarar getirirdi. Örneğin, evrimciler, görülebileceği gibi, gerçekleşen mutasyonların, sadece dördüncü parmağı aşamalı olarak etkilediğini garip bir şekilde kabul etmektedirler. Tabi ki, aynı zamanda gerçekleşen, göründükleri kadar inanılmaz  başka tesadüfi mutasyonlar da, kanat zarının kademeli oluşumundan, uçuş kaslarından, sinirlerden, kan damarlarından ve kanatların oluşumu için gerekli olan diğer yapılardan sorumludurlar. Uçan sürüngenin gelişimi sürecinde, sürüngen bir süre %25’lik kanatlara sahip olacaktır. Ancak, bu garip canlının yaşamını devam ettirmesine asla olanak yoktur. %25’lik kanatların ne yararı olacaktır? Açıkçası, canlı uçamayacaktır ve artık koşamayacaktır; bu işe yaramayan uzantıları ancak halen işlevsel düşünülen arka bacakları aracılığıyla sürüklemek zorunda kalacaktır. Canlı artık ne av yakalayabilecek, ne de yırtıcı hayvanlardan kaçabilecektir.  Ah ne yazık çok ama çok yazık 🙂
Açıkçası bu eşsiz uçan sürüngenlerin geçiş formları ya da atasal izlerinin en ufak kanıtının bulunamayışı, böyle bir denemeden hiç geçmediklerini göstermektedir.
Deniz Sürüngenleri
 Deniz sürüngenlerinin fosil kaydında tamamıyla gelişmiş olarak aniden ortaya çıkışları, uçan sürüngenlerde karşılaşılan durum kadar etkileyicidir.
 Bununla beraber, evrim kuramına göre, bir kara sürüngeninin, bir deniz sürüngenine (ya da bir tatlı su sürüngenine) dönüşümü, kol ve bacakların bir küreğe dönüşümü ve ichthyosaurus’larda olduğu gibi, bir kara sürüngeninin, biçimsel ve işlevsel olarak balık benzeri bir sürüngene dönüşümü, milyonlarca yıl süren kademeli bir süreçtir. Colbert ve Morales’in bu inanılmaz süreç hakkında söyledikleri şunlardır:
 Bu uzun evrim tarihi süresince, dört ayaklılar, hayatlarını tamamıyla karada geçiren canlılara, yani, sürüngenlere dönüşebilmek için, kendilerini suya bağımlı olmaktan kurtardılar. Bunlardan bazıları suya geri döndü ve sürüngenleri karada yaşayacak kadar bağımsız ve yeterli hale getiren bütün uyum türlerini değiştirmek zorunda kaldı…. Onlar, balık atalarının milyonlarca yıl önce mücadele ettiği sudaki kaldırma kuvveti, itici kuvvet ve karadan uzak üreme gibi eski problemlerini üzerlerine aldılar. Sürüngenler suya geri döndüklerinde, akciğerleri kaybolmamış ve uzun zamandan beri kayıp olan solungaçların yerine, nefes almak için kullanılmıştır. Sürüngenlerin, bacakları ve ayakları vardı. Bunlar, balıktaki yüzgeçlerle benzer işlevleri gören küreklere dönüştüler. Balık kuyruğu çoktan yok olduğu için, bazı sualtı sürüngenleri, itici kuvvet olarak, balık kuyruklarının yerine, onlara şaşırtıcı derecede benzeyen kuyruklar geliştirmişlerdir. ….Böylece bu sürüngenler arasında evrim yönünde, uzak sualtı balık atalarından, karada yaşayan ara seviye amfibyum ve sürüngen atalarına, oradan da sualtı sürüngen torunlarına doğru tersine bir dönüş olduğu açıkça görülebilmektedir . [3]
Bu hikaye ya da senaryoları böylesine inanılmaz yapan şey, evrimcilerin, gerekli olan şeylerin, hiçbir özel amaç gütmeyen, tamamen tesadüfi mutasyonlar ya da genetik değişimler yoluyla üretileceğine olan inançlarıdır. Sıradan kara sürüngenleri, sözde  milyonlarca yıldır başarılı oldukları kara yaşamını bırakarak suya girdiklerinde, balık benzeri kuyruklara ihtiyaç duymuşlardır. Bir ihtiyaç olduğu bilinci olanaksızken, rastlantısal mutasyonlar sürüngenleri üreten karmaşık genetik yapıyı öylesine değiştirmiştir ki, önceden suda acemice debelenen sürüngenlere, güzel tasarlanmış, hayret veren bir işlevselliğe sahip, balık kuyruğuna benzeyen kuyruklar kazandırmıştır. Benzer bir şekilde, suda artık itici kuvvet sağlayamayan bacaklar ve ayakların kodlandığı karmaşık gen yapısı, bir şekilde, gelişigüzel mutasyonlar yoluyla ve mucizevi olarak, kirişlerin, kan damarlarının, sinir sistemlerinin, kasların, kemiklerin ve sudaki itici kuvvet için gerekli olan kürekleri kusursuz şekilde meydana getiren diğer yapıların kodlandığı çok karmaşık genlere dönüşmüştür. Gayet açıktır ki, ateşli yalanlamalara rağmen evrimciler, mucizelere inanmaktadırlar. Sadece evrimcilerin metodolojik naturalizme olan imanlarını göstereceğim bir yazıda hazırlayacağım Allah izin verirse. O zaman çok daha net anlaşılacaktır evrmin bilim değil ancak bir felsefe olduğu. Neyse muhteşem deniz sürüngenlerine geri dönelim.
Bugün deniz ya da su kaplumbağaları gibi tamamıyla suda yaşayan sürüngenler geçmişte de vardı. Özellikle burada soyu tükenmiş olan plesiosaur ve ichthyosaurus gibi yaratıklara dikkat çekmek istiyoruz. Evrimcilere göre, en eski su altı sürüngeni olan ve aslında bilinen en eski sürüngen olan Mesosaurus, Alt Permiyen kayaları arasında bulunmuştur. Evrimcileri şaşırtan olay, bu canlının kol ve bacaklarının yerinde geniş perdeler bulunması ve yüzmek için uzun bir kuyruğa sahip olması gibi özel amaçlı uzuvlara sahip olmasıydı. Colbert ve Morales şöyle der:
 Mesosaur’ların, erken permiyen döneminde gelişen ilkel captorhinomorph’ların neslinden gelen sürüngenlerin çok eski ve bağımsız bir evrim halkasını temsil etmeleri çok olasıdır.[4]
 Bu balık benzeri kuyruğa ve ayak ve bacaklar yerine perdelere sahip olan özel nitelikli sualtı sürüngeni, hiçbir geçiş formu izi olmaksızın, tümüyle gelişmiş biçimde ortaya çıkmıştır. Colbert ve Morales’in yapabilecekleri en iyi açıklama, bu canlının çok çabuk evrimleştiği ve bu nedenle de geçiş formu fosili bırakabilmek için yeterli fırsatın olmadığı şeklindedir. Fakat, böylesine nadir ve doğru biçimde gerçekleşen iyi mutasyonların böylesine olağanüstü bir canlıyı üretebilmeleri için tek bir nesil dizisinde yoğunlaşması milyonlarca yıl gerektirecektir. Evrimciler, en eski sualtı sürüngenleri olan bu mesosaur’ların, geride hiçbir evrimsel torun bırakmaksızın yok olduklarına inanmaktadırlar.
Carroll şöyle der:
Güney Afrika ile Güney Amerika’nın, Alt Permiyen ve Karbonifer kayaları arasında, mesosaur’lardan başka hiçbir amniyonlu bulunmamaktadır. Mesosaur’lar ile sonradan gelen başka herhangi bir sualtı sürüngen grubu arasındaki ilişki konusunda hiçbir kanıt yoktur. [5]


Bilinen en eski sürüngen olan Mesosaurus fosili. Bu çok iyi korunmuş fosil canlının rastgele mutasyonlara dayalı bir evrim tarihini vermemektedir. Düya üzerine çok hızlı bir çıkış gerçekleştirmiş bu sürüngen fosili yaratılış için güçlü kanıtlar sunmaktadır. Kaynak : https://rock-cafe.info/posts/mesosaurus-6d65736f736175727573.html  Erişim tarihi : 05/01/2020

Evrimcilerin, kendi evrimsel zaman çerçevelerine göre, karşı karşıya kaldıkları daha da inanılmaz duruma lütfen dikkat edin. Güney Afrika ya da Güney Amerika’da bulunan en genç sürüngenler, sıradan kara sürüngenleri değillerdi; Alt Permiyen kayaları arasında fosilleri bulunan yüksek derecede özelleşmiş sualtı sürüngenleriydi.  Alt Permiyen döneminde, yerküre kıtaları tek bir kıta halinde bulunuyor, ve bu da, sürüngenler gibi hayvanların yeryüzünde göç edebilmelerini kolaylaştırıyordu. Öyleyse, sualtı sürüngenleri, niçin sadece Güney Afrika ve Güney Amerika’nın Alt Permiyen kayaları arasında bulundu; evrimsel kökenleri, sıradan bir kara sürüngeninden gelen bu canlılar için milyonlarca yıl gerekmiyor muydu? Erken sürüngenler olarak isimlendirilen bir kaç fosil, Kuzey Amerika ve Avrupa’nın Alt ve Orta Pennsilvaniyen kayaları arasında bulundu. Sözde bu canlılar, Permiyen’den milyonlarca yıl önce var olmuşlar ve bu nedenle de, Permiyen zamanına kadar Kuzey Amerika’dan Güney Amerika’ya ve Avrupa’dan Güney Afrika’ya göç edebilmek için çok fazla zamanları olmuştur. Öyleyse, erken bir kara sürüngeninden türediği düşünülen sualtı sürüngenleri, niçin sadece Güney Afrika ve Güney Amerika’nın Permiyen kayaları arasında bulundu? Niçin Güney Amerika ve Güney Afrika’nın Pennsilvaniyen ve Permiyen kayaları arasında, bu ileri derecede özelleşmiş sualtı sürüngenleri dışında başka herhangi bir çeşit amniyonlu bulunmuyor?
Evrimsel senaryoların aslında hiçbir anlamı yoktur.
 Şimdi, ileri derecede özelleşmiş olan plesiosaur ve ichthyosaurus’lar gibi deniz sürüngenlerini ele alalım. Jura ve Kretase kayaları arasında yer alan plesiosaur fosilleri tüm dünyada yaygındılar. Jura kayaları arasında bulunan plesiosaur fosilleri üç ile altı metre uzunluğunda, Kretase kayaları arasında bulunanlarınki ise on iki metre ve daha fazla uzunluktaydılar. Birçoğunda bu uzunluğun büyük bir kısmı uzun boyundan ibaretti. Çok geniş perdeleri vardı ve güçlü kasların konumu, perdelerini hem geri, hem de ileri doğru büyük bir güçle çekmelerini sağlıyordu. Hiç kimse, hiçbir yerde, ne ayak ve bacakların perdelere kademeli dönüşümünü gösteren geçiş formlarının fosillerini, ne de plesiosaur’ların başka birçok eşsiz özelliğinin kökenini bulabildi. Nothosaur’lar uzun, yılansı boyunlu sualtı sürüngenlerdi. Bunlar, kısa perdeliydiler. Kuyruklarının, bu sualtı sürüngenleri için ana itici kuvvet sağladığına inanılmaktadır. Nothosaurların, plesiosaur’ların mümkün atası olabileceği ileri sürüldü. Carroll, nothosaur’ların pek çok iskelet özelliğinin, onların, plesiosaur’ların olası ataları olduğunun bir göstergesi olduğuna inanıyor. Fakat, daha sonra şöyle der:
 Ancak, böylesine bir ilişki, damak ve omuz kemerlerinin yapıları ile çelişmektedir. Plesiosaur’ların damakları, nothosaur’larınkinden daha az özelleşmiştir… Bu yapı, plesiosaur’ların, herhangi bir iyi tanınmış nothosaur’dan çok, daha ilkel bir diapsidden evrimleşmiş olabileceğini düşündürmüştür…. Plesiosaur’ların nothosaur’dan geldiği kabulü, bir diğer problemi ise, omuz kemeri şekillerindeki büyük farklılıktır. [6]
Eğer fosilbilimciler, plesiosaur’lara öncülük eden geçiş formları bulabilmiş olsalardı, atalar ve torunlar arasındaki evrimsel yolları belirlemede hiçbir zorluk olmayacaktı. Evrimciler, bunlara sahip olmadan, yalnızca, kuramsal evrim yolları ileri sürebilmektedirler.
 Ichthyosaurus’lar, evrim kuramına karşı, gayet açık ve ikna edici bir çelişkiyi göstermektedir. Ichthyosaurus’lar, diğer tüm sürüngenlerden, çarpıcı biçimde farklı olan deniz sürüngenleriydi. “Balık sürüngeni” anlamına gelen ichthyosaurus’lar, balığa çok benzeyen canlılardı ve üç metre ya da daha fazla bir uzunluğa sahiplerdi. Fosilleri, dünyanın pek çok yerinde, Jura kayaları arasında bulundu ve bu fosillerde, fosilleşmiş kemiklerin yanı sıra, korunmuş bedenlerinin ana hatları da bulunmaktadır. Öyleyse, elimizdeki şey, yaratılış ve evrim kuramını birbirlerine göre değerlendirmenin çok uygun bir örneğidir. Bu inanılmaz derecede eşsiz canlı, evrimsel varsayıma göre milyonlarca yıllık bir süreçte, tesadüflere dayalı mutasyonların çıkardığı kademeli değişimler aracılığıyla çok farklı türdeki bir sürüngenden ortaya çıkmıştır. Bu kuramsal dönüşüm süresince ortaya çıkan geçiş formu dizileri, bu dönüşümün gerçekten olduğu konusunda açık ve belirli kanıtlar ortaya koyacaklardır. Farklı zamanlara ait bir kaç geçiş form, ichthyosaurus’ların iddia edilen evrimsel köken gerçeğinin açığa çıkarılabilmesi için yeterli olacaktır. Dünyanın her yerinde ichthyosaurus fosilleri bulunmuştur. Bu nedenle, geçiş formların yokluğuna açıklama getirebilmek için ortaya atılan fosillerin çok nadir oluşu, yerel ya da bölgesel şartlar ve olaylar gibi iddiaların, kesinlikle hiçbir geçerliliği yoktur. Elbette ki, milyonlarca yıla yayılmış tüm geçiş formların, fosilleşmeden ya da fosilleştikten sonradan yok olmaları ve her nasılsa sadece uç formların fosilleşerek kalması inanılmazdır. Öte yandan, eğer, ichthyosaurus’lar, fosil kaydında, hiçbir geçiş form izi olmadan tümüyle gelişmiş biçimde aniden ortaya çıkmışlarsa, bu, yaratılış için olumlu ve güçlü bir kanıt sağlayacaktır. Bu durumda gerçek nedir? Colbert ve Morales şöyle derler:
 Pek çok yönden en ileri derecede özelleşmiş deniz sürüngenleri olan ichthyosaurus’lar, erken trias döneminde ortaya çıkmıştır. Onların, sürüngenlerin jeolojik tarihçelerine girişleri, çok ani ve çarpıcıdır; Trias öncesi tortularda, ichthyosaurus’ların olası ataları konusunda hiçbir ipucu yoktur. Onların kökenleri hakkında yapabileceğimiz tahminler, ileri derecede özelleşmiş sürüngenlerin anatomik yapılarının yorumundan başka bir şey değildir. Bu köken olasılıkla erken diapsid atalardan gelmektedir.  Ichthyosaurus’un akrabaları konusundaki esas sorun, bu sürüngenleri başka sürüngen takımlarına bağlayan hiçbir kesin kanıtın bulunamayışıdır. [7]
Romer, ichthyosaurus’ların, ilk ortaya çıktıklarında, ileri derecede özelleşmiş formlar olduklarını kabul ettikten sonra şöyle der:
 Daha erken hiçbir form bilinmemektedir. Ichthyosaurusun yapısal özelliklerinin gelişimi için, görünüşe göre, uzun bir zaman ve bundan dolayı da çok erken bir köken gerekmektedir; fakat, onun kendisinden önce hiçbir Permiyen sürüngeni bilinmemektedir. [8]
Carroll, en erken ichthyosaurus’ların, ileri derecede suya dayalı bir yaşam biçimine uyarlanmış olduklarını kabul ederken ve bu bireylerin daha sonraki kopyalarından daha “ilkel” özelliklere sahip olduklarını ileri sürerken şöyle der:
 Ancak, en ilkel özellikler bile, onlarla, belirli bir karasal ya da deniz sürüngen grubu arasında bağlantı kuramamaktadır…. [9]
Böylece, sonuçlar birbiriyle uyuşmaktadır. Şekil ve hareket açısından tümüyle balığa benzeyen, denizde yaşarken yavru yapan, yeryüzünde herhangi bir zamanda var olmuş sürüngenlerin en ileri derecede özelleşmiş biçimi olan ichthyosaurus’lar, fosil kaydında, hiçbir geçiş form ya da ata izi olmaksızın, aniden, tümüyle gelişmiş biçimde ortaya çıkmıştır. Üstelik, Colbert ve Morales’in de kabul ettikleri gibi, ichthyosaurus’ları, başka herhangi bir sürüngen grubuna bağlayan hiçbir gerçek kanıt yoktur. Ichthyosaurus’lar ile diğer tüm sürüngen takımları arasında şüphesiz geniş ve doldurulamayan bir boşluk vardır. Burada, evrimcilerin, ichthyosaurus’lara en yakın oldukları iddia edilen sürüngen takımlarının çeşitli benzerlikleri konusundaki bitmez tükenmez tartışmalarını görmüyoruz; fakat burada, geçiş formları eğer gerçekten var olmuş olsalardı, varsayılan karasal ya da deniz sürüngenin kademeli olarak balık benzeri ichthyosaurus’a dönüşmelerini anlamak kolay olurdu. Doğa tarihi müzeleri, herkesin görebilmesi için, bu tür belirli geçiş formlarını sergilemeleri gerekirdi. Bu, evrim için, şüphesiz bir kanıt olurdu. Eğer kanıtlamak mümkünse, sahip olduklarımız, özel yaratılışın şüphesiz kanıtıdır. Kayalar, yaratılış için daha hangi büyük kanıtları sağlayabilirler ki?

Bir Ichtyosaurus fosil illustrasyonu fosil kaydında aniden ortaya çıkan bu canlı grupları için yapılan spekülasyonlar sadece evrimcilerin inançlarını korumak maksatlı bir açığı kapatmak üzerine yaptıkları tartışmalardır. Kaynak : https://tr.pinterest.com/pin/472244710917466235/  Erişim tarihi : 05/01/2020

Süzülen Sürüngenler
 Süzülen sürüngenler, önemli mesafelere süzülebilmelerini mümkün kılan, zarla desteklenmiş, büyük ölçüde uzun kaburga kemikleri olan, ileri derecede özel sürüngenlerdi. 

Draco cinsi günümüz sürüngenleri, ağaçtan ağaca, neredeyse 30 metre uzaklığa süzülebilen, sürüngenlerin yaşayan temsilcileridirler. Coelurosauravus, fosilleri, üst permiyen kayaları arasında bulunan, çok sayıda uzun kaburga kemikleri olan bir süzülen sürüngendir. Fosilleri, üst Jura kayaları arasında bulunmakta olan Kuehneosaurus, bu ileri derecede özel süzülen sürüngenlerin başka bir çeşididir. Süzülen sürüngenlerin herhangi birisinin, diğerleriyle akraba olduğunu hiçbir paleontolog söylememektedir.. 

Carroll, kaburgaların, süzülme zarını desteklemek için,  yatay yönde aşırı uzun olması konusunda şöyle der,

“bu özelleşme, bu grupların her birinde ayrı ayrı evrimleşmiştir.”

Ne Carroll, ne de Colbert ve Morales, sıradan bir kertenkelenin ya da sürüngenin süzülen bir sürüngene dönüşümünü gösteren geçiş formlarının yokluğunu ima bile etmemişlerdir. Fosil kaydında, her süzülen kertenkelenin ilk örnekleri, hiçbir türün geçiş formu olmaksızın, bütün olarak görünmektedir. Bu kanıt, evrim kuramının dayandırıldığı tahminlerle doğrudan çelişkili olmakla birlikte, yaratılış kuramının dayandırıldığı tahminlerle tam bir uyum içindedir. Yılanlar Yılanlar ve kertenkeleler, Squamata takımında yer alırken, kertenkeleler, Lacertilia ya da Sauria alttakımında, yılanlar da Ophidia ya da Serpentes alttakımında yer almaktadırlar. Evrimciler, yılanların, kertenkelelerden evrimleştiğini tahmin etmektedirler. Yılanlar, kuramsal olarak evrimsel ataları olan kertenkelelerden pek çok yönden farklı, ileri derecede özel nitelikli sürüngenlerdir. Yılan gövdeleri bazı yılanlarda, kuyruk önü omurları 120’den 454’e kadar değişen bir kaç yüz omura kadar uzamaktadır. Bazıları küçük bir pelvis kemerine ve arka üyelere sahip olmalarına rağmen, yılanlarda, ön üyeler ve göğüs kemeri yoktur. Bunlar, evrimcilerin inandığı gibi körelmiş yapılar değillerdir fakat, önemli işlevlere sahiptirler. Pelvis kemikleri, belirli kaslar için dayanak noktası olarak, arka üyeler ise, çiftleşme sürecinde, ve belki de hareket sırasında yüzeyi kavramak amacıyla kullanılmaktadır. Alt ve üst çene yapıları ve damak, büyük bir avı bir bütün olarak yutabilmek için ağzın geniş açılmasını sağlayacak şekilde kertenkeleden farklıdır. Avın yutulması sırasında, beyin korunmalıdır. Alın ve kafatası çeperi kemikleri, beynin tamamıyla korunacağı bir şekilde daha geniştir. Ayrıca, omurlar da yılan vücudunun kıvrak hareketine imkan vermek için değişiktir. Evrim kuramına dayanarak, bir kertenkelenin, bir yılana dönüşümü sırasında gerçekleşen ve bu dönüşümü belgeleyen kafatası değişimleri, ön ve arka üye kayıpları, omurların kademeli olarak çoğalması ve buna benzer başka önemli değişimler ümit edilecektir. Keza, şu soru cevaplandırılmalıdır: olağanüstü başarılı bir kertenkele herhangi bir seçilim yoluyla niçin ön ve arka üyelerin kaybıyla sonuçlanacak ve kendisinin çok yetenekli koşma kabiliyetini, yetersizliği kesin, kertenkele ve yılan arası bir düzeye dönüştürecek olan tedrici değişimlere maruz kalsın?
Kertenkelenin yılana evrimi konusundaki fosil kanıtları hakkında ne söylenebilir? Yeterli kafatası kalıntısı bulunan en eski yılan fosili, Dinilysia, Güney Amerika’nın Üst Kretase kayaları arasında bulundu. Carroll, Dinilysia hakkında şöyle der: “bu özellikler, oldukça ilerlemiş bir evrim seviyesini gösteriyor” [yılan kafatasının farklılaşmış özellikleri.] Colbert ve Morales şöyle der: Ne yazık ki, yılanların fosil tarihi çok eksik kalmıştır; bu yüzden, onların evriminin birçoğunu modern biçimlerinin karşılaştırmalı anatomisinden çıkarmak gereklidir. Romer, yılanların fosil yönünden çok fakir olduklarını ifade ettikten sonra şöyle der:
 Yılanlar, kesinlikle kertenkelelerden türemişlerdir ve başlangıç noktasıyla ilgili hiçbir kesinlik yokken, varanoid’lerle akrabalıkları oldukça olasıdır….[10]
 Eğer yılanlar, bazılarının inandığı gibi, gerçekten varanoid kertenkelelerden evrimleşmişlerse, kertenkelenin yılana kademeli dönüşümünü belgeleyen yeterli sayıda fosil kaydı da olmalıdır. İddia edilen kertenkele atasının ve yılanların binlerce fosili bulunmaktadır. Eğer, sadece bir kaç tane kertenkele yılan arası ara seviye form bulunabilmiş olsaydı, ata kertenkeleye ya da ata olduğu kanıtlanan sürüngene doğru iz sürerek, yılanların kökenini araştırıp bulabilmek mümkün olacaktı. Colbert ve Morales’in de itiraf ettikleri gibi, geçiş formları bulunamadığı için, varsayılan evrimsel “tarih”in çoğu, canlı formların karşılaştırmalı anatomilerine bakılarak tahmin edilmek zorunda kalınmıştır.

Yılan fosilleri bu canlıların tarih boyunca hep yılan olarak kaldıklarını göstermektedir. Evrimcilerin tek yaptıkları yazıda da değindiğim gibi anatomik yapılara bakıp bunların karşılaştırmaları üzerinden bitmek bilmeyen spekülasyonlar yapmalarıdır. Kaynak : https://www.rock-cafe.info/suggest/prehistoric-snake-fossil-707265686973746f726963.html  Erişim tarihi : 05/01/2020

Kaplumbağalar
Kaplumbağalar, tarih boyunca var olan, en ileri derecedeki özel sürüngenlerdendir. Kaplumbağaların eşsiz, kemikli, bağa ya da karapaks denen koruyucu bir kabuğa sahip olmalarının yanı sıra, dışta ya da sırtta olan kaburgaların yerleri ile içeride ya da karında yer alan göğüs ve pelvis kemerinin yerleri ters durmaktadır. Kaplumbağalar inanılmaz derecede eşsiz bir yapıya sahiptirler, bundan dolayı kaplumbağalar, bir çeşit sıradan sürüngenden evrimleşmiş olsalardı, ata sürüngenden kaplumbağaya giden evrimsel yolları gösterecek geçiş formlarını anlamak çok kolay olacaktı. Gereken değişimler, gizli değil, anatomi ve paleontoloji eğitimi gerektirmeyecek kadar açık olacaklardır. Evrimciler arasında, hangi sürüngenin gerçek ata olduğu ve hangi fosilleşmiş canlıların ara seviyeleri oluşturduğu konusunda hiçbir tartışma olmamalıdır.
Diğer yandan, yaratılışçıların tahminlerine göre, kaplumbağaların, fosil kaydında ilk ortaya çıkışlarında, tümüyle gelişmiş bağaya ve diğer eşsiz özelliklere bakılarak kaplumbağa oldukları hemen fark edilebilir olmalıdır. Kaplumbağa fosil kaydını hangi köken modeli desteklemektedir? Yaratılış mı, yoksa evrim mi? Romer şöyle der:
Takımın fosil üyeleri çalışmalarıyla, kaplumbağaların esas kökeni konusuna pek az ışık tutmuştur. Proganochelys gibi bazı erken Trias formları, sonraki kaplumbağalarınkinden biraz daha ilkel bir yapı göstermiştir. Fakat o zamanda bile zırh, hemen hemen mükemmel bir biçimde gelişmişti; biz, bir geçiş formundan değil, kesinlikle gerçek bir kaplumbağadan bahsediyoruz.[11]
 Colbert ve Morales şöyle yazarlar:
 İlk gerçek kaplumbağalar, tipik günümüz kaplumbağalarının yayılma yolu ile geliştikleri bir zaman olan trias döneminin son bölümlerinde ortaya çıkmışlardır. Karakteristik bir Trias cinsi olan Proganochelys’de, kafatası kemikleri sayıca azalmış, çene kenarından itibaren dişler yok olmuş ve gövde, ağır bir kabukla korunmuştu. Bunlar, temel kaplumbağa adaptasyonlarıdır ve Trias zamanından beri kaplumbağalar arasında gerçekleşen evrim, genel anlamda, Proganochelys’de ortaya çıkan karakteristiklerin rafine edilmesine yönelik olmuştur. [12]
Carroll şöyle der:
 En erken kaplumbağalar, Almanya’daki Üst Trias tortuları arasında bulunmuştur. Bu kaplumbağalar, günümüz cinsleriyle yakın olan kabuk şekillerinden hemen tanınabilmiştir. Kaplumbağa kabukları, kolayca fosilleşebilen ve en küçük parçası bile kolayca tanınabilen kabuklar olmalarına rağmen, erken ya da daha ilkel kaplumbağalar hakkında hiçbir iz tanımlanamamıştır. Kabukların evrimiyle ilgili olarak, en erken kaplumbağaların postcranial iskeletleri bile ilkel amniyonlularından öylesine başkalaşmışlardır ki, bu canlıların esas akrabaları konusunda pek az ipucu vermektedir. Ayrıca, geç trias dönemi kaplumbağalarının kafatasları da ileri derecede özelleşmiştir. Erken sinapsidler ve diapsidlerle yakın akrabalığı imkansız hale getirecek şakak açıklığının önceki varlığı konusunda hiçbir kanıt yoktur. Sonradan oluşmuş geniş açıklıkların varlığı ve damaktaki ectoterygoid kemiklerin yokluğu, Captorhinidae  Familyası ile paylaşılan özelliklerdir. Fakat, diğer yandan, kafatası öylesine değişmiştir ki, bizler, kaplumbağaların, erken anapsidlerin soyu olan bu familyanın yerine başka bir anapsid familyasından evrimleştiğini güvenle ortaya koyamayız. [13]
Gayet açıktır ki, çok özel sürüngen olan kaplumbağaların geçiş formları, eğer aslında var olmuşlarsa, bol miktarda ve kolayca fark edilebilen olmalıdır. Fakat, tek bir geçiş formu bile keşfedilmemiştir.

Kaplumbağa fosilleri Evrim ve Yaratılış görüşlerini karşılaştırmak için çok mükemmel adaylardır. Açıkçası bu fosillerin karşılaştırılması canlılığın evrimsel yavaş bir ortaya çıkıştan ziyade çok hızlı bir çıkış gerçekleştirildiğinin kanıtıdır. Kaynak : https://www.lotsearch.net/lot/fossil-soft-shell-turtle-39832406 Erişim tarihi : 05/01/2020

Üst paragraflarda söylediğim gibi evrimsel hikayelerin hiçbir anlamı yoktur. Peki bu hikayeler neden yazılıyor ? Bilimde bir konu için ortaya hipotez atarsınız. Belli başlı şeyleri kendinize tez, konu edinir ve buna uygun iddialarda bulunursunuz. Ardından görüşleriniz eğer test edilebiliyorsa buna bilimsel bir hipotez denebilir. Ancak şu ana kadar ki yazılarımda gösterdiğim gibi ( ve bundan sonra da göstereceğim Allah izin verirse) onlar DNA’da gerçekleşen her mutasyonu evrim olarak isimlendiriyorlar (mutasyonların canlılık için en bilindik sonuçlarından biri kanserdir) ve sonra da bakın biz evrimi gözlemliyoruz diyorlar. Ayrıca türler içerisindeki varyasyonları yani köpek türleri içerisindeki varyasyonların evrim için delil oluşturduğunu bundan büyük delil olamayacağını iddia ediyorlar. Yaratılışı kabul eden bilim adamları ise bir tür içerisinde ki değişimlerin varyasyon olduğunu ve o köpeklerin farklı bir yöne evrilmeyeceğini söylemektedirler. Bunu onlarda gayet iyi bilmektedirler ve bu sebepten moleküler homoloji iddialarına sığınmaktadırlar. Bunu ”Yaşamın Gerçek Tarihi” serisinden sonra yazacağım Allah izin verirse.
Yaşamın Gerçek tarihi serisinin tamamında olduğu gibi bu yazıda da büyük ölçüde Prof. Duane Gish’in ”Evolution, Fossil still says no” isimli kitabından faydalandım.


[1] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 336.
[2] a.g.e., s.337
[3] Colbert ve Morales, Evolution of the Vertebrates, s. 192.
[4] a.g.e., s.111
[5] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 206.
[6] a.g.e., s.245,246
[7] Colbert ve Morales, Evolution of the Vertebrates, s. 193.
[8] Romer, Vertebrate Paleontology, s. 120.
[9] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 253.
[10] Romer, Vertebrate Paleontology, s. 134.
[11] a.g.e., s.116
[12] Colbert ve Morales, Evolution of the Vertebrates, s. 216.
[13] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 207.

Paylaş:

Yazar: MuratS

Gezgin, Allah aşığı, varlık bilim genel ilgi alanı- Bilim Yazarı

İlgini Çekebilir

Vücutlarımız Nasil Çalisir- Tesadüf Degil 5

  Yazarımız Prof. Howard Glick Önceki yazılarda hücrenin işleyişi ile alakalı insanin aklinin alamayacagi harikulade …

1 Yorum

  1. Güzel ve akıcı bir yazı emeğinize sağlık

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir