Serimize Kaldigimiz yerden devam ediyoruz. Prof. Howard Glock bu yazıda bundan sonra gelecek yazılara hazırlık manasında vücudumuzun hiç durmaksızın olumu geciktirmek icin giriştiği mücadeleye dikkat çekmektedir. Yazının orjinaline suradan ulaşabilirsiniz.
De ki: “Kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, sonunda o, mutlaka gelip sizi bulacaktır. Sonra duyuların ötesinde olan şeyleri de, duyular sahasına giren her şeyi de çok iyi bilen Allah’ın huzuruna çıkarılacaksınız; O da size yaptıklarınızı tek tek haber verecektir.” Cuma 8
Vücutlarımız Nasil Calisir – Tesadüf Degil 8
Ölüm, çoğumuzun düşünmek bile istemediği, konuşmayı ise hiç istemediği bir şeydir. Ancak insan yaşamının varlığını, nasıl kolayca yok olabileceğini anlamadan nasıl açıklamaya başlayabiliriz? Öncelikle, kendi haline bırakıldığında, doğa yasalarının hayata değil ölüme yol açtığını anlamalısınız. Hayat, doğanın güçlerini aşmak için yenilikler geliştiremezse, zaten ölüme mahkumdur. Nasıl ki bir tamirci, bir arabanın birçok farklı şekilde bozulabileceğini biliyorsa, her doktor da ölümün birçok farklı yolu olduğunu bilir.
Örneğin, bir arabanın benzini biterse veya yeterince yağı ya da antifrizi yoksa, çalışmaz. Çünkü benzin olmadan araba, hareketsiz kalmasına neden olan atalet kuvvetini yenmek için gerekli enerjiye sahip değildir. Yeterince yağ veya antifriz olmadığında ise, hareketli parçalarının sıkışmasına neden olan sürtünme veya ısı kuvvetini yenemez. Aynı şekilde, tıp bilimi, hayatta kalmak için yeterli oksijen, su, tuz ve şekere ihtiyaç duyduğumuzu bilmektedir. Hücrelerimizin kimyasalları üretmek, hareket ettirmek ve kontrol etmek, kimyasal içeriklerini ve hacimlerini korumak için difüzyon ve osmoz gibi kuvvetleri yenmek amacıyla enerjiye ihtiyaçları vardır ve bu enerji oksijen ve glikozdan sağlanmaktadır. Ayrıca, dünyada hareket edebilmek için atalet ve yerçekimi gibi kuvvetleri yenmek için oksijen ve glikoz gereklidir. Hücrelerimizin kimyasal içeriğini ve hacmini koruyabilmesi içinde su ve tuz gerekmektedir. Ayrıca, tüm organ ve dokularımıza yeterli kan akışını sağlamak için, kardiyovasküler sistemimizin atalet ve yerçekimi gibi kuvvetleri yenmesi gerektiğinden su ve tuza ihtiyacımız vardır.
Bir araba üreticisi, sürücüyü benzin, yağ ve antifriz içeriğindeki olası sorunlardan haberdar etmek için gösterge paneline uyarı ışıkları koyar. Aynı şekilde, beynimiz de bize hava (oksijen almak için), sıvı (su almak için) ve yiyecek (tuz ve şeker almak için) tüketmemiz gerektiğini söyleyen göstergelere sahiptir. Ayrıca, araba gösterge panelindeki uyarılar gibi, beynimiz de artan nefes alma isteği, susuzluk ve açlık hisleriyle bizi olası felaketlere karşı uyarır. Evrimsel biyologların hayatın nasıl var olduğuna dair söylediklerine bakarak, nefes alma, su içme ve yeme dürtülerimizden hangisinin önce ortaya çıktığını ve en eski atalarımızın bu dürtüler olmadan nasıl hayatta kalabildiğini sorabiliriz!! ( Yazar bu cümle ile nefes alma, alinan nefesden elde edilen enerjiye ulaşma, bu enerji ortaya cikarilan seker vb. kaynakları üreten surecin vb. diğer tüm ortak hareket eden sistemlerin nasil bir arada ve uyum icinde ortaya ciktigini ironik bir dille sorgulamakta ve bizimde sorgulamamiizi istemektedir, çünkü evrimciler bu gibi zorlu sart ve durumlar ile alakalı ikna edici bilgi ve iddialar ortaya koymamakta bilakis laf oyunları ile bunları geçiştirmektedirler. Çevirmen Notu) Tabii, bunların bizi nasıl hayatta tuttuğunu tam anlamıyla açıklamaya başlamadan.
Vücudumuzu hayatta tutmak için ihtiyaç duyduğu şeyleri ne zaman ve nasıl tedarik etmemiz gerektiğini bilmemize rağmen, nihayetinde yine de ölmekteyiz. O zaman, ölümün nihai ortak yolu nedir ve vücudumuz bunun olmasını nasıl önlemeye çalışır? Yaklaşık elli yıl öncesine kadar, ölümün sebebi ne olursa olsun (örneğin kalp krizi, zatürre, kanser, felç, travma), nihai ortak ölüm yolu kardiyopulmoner arrest idi. Bu, kalbin durması ve hemen ardından solunumun durması ya da önce solunumun durup hemen ardından kalbin durması ya da ikisinin aynı anda durması demektir. Ancak tıptaki ilerlemelerle, genellikle solunum ve kardiyovasküler işlevler yeniden sağlanabiliyor. Eğer kardiyopulmoner arrest, kalıcı ve geri döndürülemez ölümü artık garanti edemiyorsa, o zaman sınırlandırıcı faktör ne oluyor?
Beynin tabanındaki beyin sapı, sizi bilinçli (farkında) kılar, kardiyovasküler sisteminizi kontrol eder ve nefes almanızı sağlar. Bu sinir hücreleri, vücudunuzdaki en yüksek metabolizma hızlarından birine sahiptir, çünkü hiç dinlenemezler. Gerçekten de, birkaç dakika süren kardiyopulmoner arrestin ardından, beyin sapı hücrelerine kan (ve oksijen veya glikoz) gitmediğinde, bu hücreler ölür. Beyin sapı ölümü, vücudun kendine nefes almayı söyleyemediği için geri döndürülemez ölümdür. Modern tıbbın tüm harikalarına rağmen, çoğu insan hâlâ kardiyopulmoner arrest geçirdikten kısa süre sonra beyin sapı ölümüyle ölür.
Genel olarak, kardiyopulmoner arrest, solunum ve/veya kardiyovasküler sistemleri ve sinir sistemini etkileyen durumlar nedeniyle meydana gelir. Bununla birlikte, vücut birçok kimyasal ve fizyolojik parametresini (örneğin sodyum, potasyum, kalsiyum, kan basıncı ve sıcaklık) kontrol edemez hale geldiğinde, bu da solunum ve/veya kardiyovasküler ve/veya sinir sistemi işlevini etkileyerek kardiyopulmoner arreste yol açar.
Peki, vücut bu ve diğer önemli parametreleri kontrol altına alarak gerçek sayıların gerçek sonuçlarından (ölüm) nasıl kaçar? İşte bu dizinin geri kalanında bu konu ele alınacak.