Dört ayaklılar, amfibyumlar, sürüngenler ve memeliler içerisindeki tüm dört ayaklı hayvanları içine alırlar. Evrimciler, dört ayaklıların, bir balık atadan türediğini ve amfibyumların da ilk dört ayaklılar olduklarını var saymaktadırlar. Dört ayaklıların atası olan balığın hangi balık olduğu, evrimciler arasında çok tartışmalı bir konudur. Bu tartışmaların nedeni, paleontologların[1], balık ile amfibyum arası geçiş formu bulmada tamamıyla başarısız olmalarıdır. ( Tabiki geçiş formu olarak önerilen Tiktaalik Rosea[2]gibi fosiller vardır ve evrimcilerin edebiyat yapmasını isterseniz onlar gerçekten iyi edebiyatçılardır. Ancak bu sayfada ilerideki mısralarda okuyacağınız üzere onların ara geçiş önerileri tamamen bu böyledir çünkü başka açıklama yok formatındadır. Edebiyat yapmalarının nedeni kanıtın gücü yerine dogmanın etkisidir) Eğer böyle geçiş formları bulunsaydı, atalar ile torunlar arasında bağlantı kurmak, oldukça basit bir iş olacaktı.
Robert L Carroll,(önceki yazılarda da birçok bilginin alındığı omurgalıların evrimi kitabı yazarı) amfibyumların atasının, rhipidistian crossopterygian (Yassı yüzgeçli balıklar) balığı olduğunu farz etmiştir, fakat şunu da açıkça kabul etmiştir:
“Erken amfibyumlarla rhipidistian balıkları arası hiçbir ara seviye fosiline sahip değiliz….”[3]
Ripidistian balıkları ile amfibyumlar arasında ki büyük morfolojik farklılılar.
Rosen, Forey, Gardiner ve Patterson bu önermeyi reddederek, amfibyumlara hayat verenin, bir akciğerli balık olduğu fikrini savunmaktadırlar.[4]
Günümüzdede yaşamlarını sürdüren Avustralya akciğerli balıkları.
Thomas Gorr ve Traute Kleinschmidt ise bu iki önermeyi de reddedip, amfibyumların, bir coelacanth (silekant ya da koelakant) balığından evrimleştiğini savunurlar.
Bu balığın soyunun, 80 milyon yıl önce tükendiğine inanılıyordu. Fakat, 1938’de, Afrika’nın doğu kıyılarında, balıkçılar tarafından, Latimeria cinsinin yaşayan bir örneği, bulununca, bunun doğru olmadığı anlaşıldı. Sonraları, denizden, yaklaşık 200 numune çıkarıldı. Bu iddianın dayandırıldığı gerçek şuydu: Latimeria’nın hemoglobin molekülü, akciğerli balık, köpekbalığı ve birçok teleost balığından çok, (teleostlar, bugünkü kemikli balıklardır), iri kurbağaların tetari türlerindeki Beta-hemoglobin zincirinin aminoasit dizilimine daha yakındı.[5]
Amfibyumların atası olduğu iddia edilen günümüzdede yaşamaya devam eden Coealanth balıkları.
Diğer yandan, Peter Forey, Latimeria’nın, amfibyumların atası olabileceği konusundaki iddiaları tümüyle reddederek şöyle der:
Coelacanth’ların, dört ayaklıların atalarına yakın oldukları gibi uzun süre kabul görmüş bir inancın var olması, Latimeria’nın da keşfiyle, balıkların amfibyumlara dönüşümü konusunda doğrudan bilgi elde edebilme ümitlerini arttırmıştır. Latimeria, dört ayaklılar ve coelacanth’ların, başka canlı gruplarına kıyasla, birbirleriyle çok daha yakın bir ilişki içinde oldukları kuramının dayandığı bir adla, “kayıp halka” ile tanıtıldı. Fakat, Latimeria’nın anatomik ve fizyolojik incelemeleri, bu ilişki kuramını kusurlu, yaşayan coelacanth’ların kayıp halka olarak isimlendirilmesini de, uygunsuz buldu.[6]
Bazıları, primatlar, sürüngenler ve dört ayaklılar gibi başlıca grupların kökenleri konusundaki çok sayıda literatürü eleştirel bir yaklaşımla okuduklarında, evrimcilerin bu tartışmalı ve çelişkili fikirleri karşısında kısa sürede bunalmakta ve yanılmaktadırlar. Her kuramcı, muhtemel atası olduğuna inanılan yaratığın seçilimin de en önemli olarak varsaydığı birçok özelliğin mukayesesine dayanan sözde mantıksal savını ileri sürer. Carroll, omurgalı paleontolojisi ve evrim konusunda yazdığı kitapta, rhipidistian balığının, amfibyumların atası olmasını sanki kaçınılmaz bir sonuçmuş gibi yazmaktadır.
Yukarıda ki mısralarda gösterdiğim gibi, başka evrimciler de akciğerli balık ve coelacanth’ların, en olası atalar olduklarında ısrar etmektedirler. New York Times’ta Malcolm Browne’nin yazdığı bir makalenin, Gorr ve Kleinschmidt tarafından yapılan eleştirisinde, onların, coelacanth’ların, amfibyumların atası olduğunu destekleyen fikirlerinden de söz edilmiştir. Browne ayrıca, Axel Meyer ve Allan C. Wilson tarafından yapılan ve coelacanthı olası bir ata olmaktan çıkaran en iyi aday olarak, akciğerli balıkları gösteren araştırmayı anlatır.[7]Her ne kadar Carroll ve diğer evrimciler bunu gerçek gibi kabul etseler de, makalenin hiçbir yerinde, bir rhipidistian balığının amfibyumların atası olabilirliği konusunda tek bir kelime bile yoktur. Bu makalede Browne şöyle der:
”Hangi balık grubunun ya da gruplarının karaya geçişte bir ilk olduğu ya da bunun evrimsel yolunun ne olabileceği konusunda hiç kimse emin olamaz”.[8]
…sudan karaya geçişin çok uzun zaman önce olması ve fosil kaydından çıkarılan çeşitli soy ağaçlarının böylesine karışık olması, evrimcilerin, bunları kesin olarak çözümleyemeyecekleri olasılığını kabul etmelerini sağlamıştır. Yani, Carroll rhipidistian balığını, Gorr ve Kleinschmidt coelacanthı, Rosen ve diğerleri de akciğerli balığı seçmekte (onaylamakta) ve her biri de diğer önermelerin niçin geçersiz olduğu konusunda nedenler ortaya koymaktadırlar.
Bu karışıklık ve tartışmanın kaynağı nedir?
Her zaman olduğu gibi, geçiş formların yokluğu yüzündendir!
Sadece birkaç geçiş form, amfibyumların atasını ve evrim yolunu gün ışığına çıkaracaktır. Geçiş formlar yokken, tüm önermeler sadece birer senaryo ve boş konuşma oluyor.
Zamanının tümünü suda geçiren bir balığın, zamanının büyük oranını ya da çoğunluğunu karada geçiren bir canlıya dönüşümü, ataların amfibyumlara dönüşümü sırasında geçirdikleri morfolojik ya da biçimsel anlamda basit değişimlerden çok daha fazlasını gerektirecektir. Carroll, bir balığın, bir amfibyum olabilmesi için birkaç önemli değişim geçirmesi gerektiğini söyler. Bunların arasında şunlar vardır:
Su Dengesi: İlkel amfibyum, sudan karaya hareket ettiğinde, ağız, akciğer ve vücut yüzeyi bölgesinde gerçekleşecek ciddi bir su kaybına uğrayacaktır. Bu kayıpları en aza indirgeyebilmek için, bu yapı ve organlarda önemli değişimler gerçekleşmek zorundadır.
Duyu Organları: Bir balık, ya da var sayılan ilkel amfibyum, su ile hava arasındaki fiziksel ve kimyasal farklara uyum sağlayacak, duyusal bir yeniden yapılanma geçirmeden nasıl hayatta kalabilecektir? Unutmayın ki, her duyu organı başlangıçtan itibaren doğru çalışmalı, her değişim doğru bir sırada gerçekleşmeli, diğer tüm değişimlerle uyumlu olmalı ve tüm bunlar, genlerin, tesadüfi, rastlantısal yollarla değişmesi, yani mutasyon geçirmesiyle gerçekleşmelidir. Yeni gelişmeye başlayan amfibyumun ya da kısmi amfibyumun karada yaşamasını mümkün hale getirecek daha başka pek çok önemli fiziksel değişim gerçekleşmiş olmalıdır. Bir balığın, bir amfibyuma dönüşümü için, çok önemli morfolojik değişimler olması gerekmektedir. Balık yüzgeçleri, suda hareket, yön ve dengeyi sağlayıcı yapıda tasarlanmıştır. Yüzgeçlerin, su tarafından sağlanan kaldırma gücünün olmadığı havada, balığın vücudunu desteklemesi olası değildir.
Bir balığın pelvis kemiği, omurgayla hiçbir bağlantı olmaksızın, gevşekçe kasların içine gömülmüştür. Omurgaya bağlantı gerekli değildir.Yüzgeçler, vücut ağırlığını desteklemezler. En eski amfibyumlardan biri olduğu tahmin edilen Ichthyostega’da, , görünüşe göre, pelvis kemiği, oldukça geniştir ve omurgaya da sıkıca bağlanmıştır. Bu, karada hareket için geçerli olan anatomi biçimidir. Bir su altı aracından alınan derin deniz fotoğrafları, bazı evrimcilerin söyledikleri şeylerle çelişkili olarak, coelacanth Latimeria’nın, suda kaldırma gücünü kullanabileceği gerçeğine rağmen, okyanus dibinde tek bir adım dahi atmadığını ortaya çıkarmıştır. Burada dikkat edilmesi gereken bir önemli nokta da, bir balığın bir amfibyuma kuramsal olarak evrimleşmesi esnasında, bir nedenden dolayı, bu dönüşümün, sırt ve anüsle ilgili iki yüzgeci de bırakmasıdır. Evrimciler, balık benzeri kuyruk yüzgecinin varlığının, Ichthyostega’nın, rhipidistian balığı soyundan geldiğini gösteren bir kanıt olduğuna işaret ederler. Fakat, Forey’in de vurguladığı gibi, balık benzeri kuyruklar, (Gnathostomata) çeneli omurgalı gruplarının genel karakteristikleri olduğu için, bu kanıt geçersizdir.
Carroll şöyle der:
”Rhipidistian’lar ve amfibyumlar arasında en göze çarpan farklılıklar, etraf (appendicular) iskeleti üzerindedir”….Erken amfibyumlarda, kol bağlantıları ve kolun merkezden uzak (distal) parçaları önemli biçimde şekil değiştirmiştir. [9]
Carroll, rhipidistian’ların kalın, loplu-çift yüzgeçlerinin işlevlerinin, amfibyumların ayak ve bacak işlevlerinden çok daha farklı olduğunu belirtti. Rhipidistian balığında kol kemiği (ön yüzgeç çifti), ve kalça kemiği (arka yüzgeç çifti) vücuda, yanal ve dönel hareketleri kısıtlayacak derecede yakın bulunmaktaydı. Yüzgeçler, kıç tarafına yönelmişlerdi. Ancak, “ilkel” dört ayaklılarda, kol ve bacak gibi üyeler, hareket esnasında öne ve gövdeden yanlara uzuyordu. Böylece, amfibyumların hareket biçimi, “en eski” ya da en “ilkel” amfibyumlarda bile herhangi bir balığınkinden çok farklıydı. Fosil bilimciler, crossopterygian balığının göğüs yüzgecinde bulunan kemiklerin, amfibyumların ön kollarında bulunan pazı, önkol ve dirsek kemiklerine benzer olduğu gerçeğini işaret etmişlerdir. Fakat bu benzerlik, balıkların göğüs ve kalça yüzgeçlerinin, amfibyumların ön ve arka bacak üyelerine benzerliğine kadar erişemeden son bulmaktadır. Bu balıkların herhangi birinde bile, amfibyumların el ve ayaklarına eşit sayılabilecek ya da benzetilebilecek hiçbir şey yoktur.
Carroll şöyle der:
” Merkezden daha uzakta, yüzgeçleri destekleyecek hiçbir geniş iç iskeletsel yapı yoktur; ve insanlar, dört ayaklıların geliştirdiği el tarağı ve parmak kemikleri gibi yapıların tümüyle olmasa da tüme çok yakın yeni yapılanmalar olduğunu kabul etmelidirler.”[10]
Ahlberg ve Milner şöyle der:
” Dört ayaklıların kol ve bacak üyelerinin bağlanma noktalarına yakın [üst] üyeler, sarcoptergian balıklarınınkine çok benzerler. ”[11]
(Ahlberg ve Milner tarafından yazılan makale, bir eleştiri makalesi olup, bu yazılışta evrimcilerin, dört ayaklıların kökeni ve erken çeşitliliği konusundaki en yeni fikirleri anlatır.) Daha yüksek dört ayaklı grupların kökenleri konusunda son yıllarda yazılan bir kitabın, Hans-Peter Schultze’ye ait bölümü, uygun bir şekilde “Dört Ayaklıların Kökeni Konusundaki Tartışmalı Hipotezler” olarak adlandırılmıştır. Schultze, son söz olarak şöyle der:”
Aynı özelliklerin analizlerinden türetilen dört farklı filojeni (soyoluş) sırası tartışılmıştır. Her yazar, karakterleri, kendisinin tercih ettiği dört ayaklı ilişkisinin tarafını tutarak yorumlamıştır. Jarvik, gerçek dört ayaklılar ve kuyruklu amfibyumlar arası bir farkı vurgularken, aynı zamanda, kuyruklu amfibyumlar ile delik pullu (porolepiform) balıkları arası benzerliklere de dikkat çekmiştir. Rosen ve diğerler kemik pullu (osteolepiform) balıkları ve dört ayaklılar arası benzerliklerin önemini küçümsedikten sonra, akciğerli balıkların özelliklerini dört ayaklılar biçiminde yorumlamıştır. Chang, akciğerli balıkların da içinde bulunduğu tüm sarcopterygian balıklarına huni şeklindeki burun boşluğunun (choana) dahil olmadığı fikrini savunmuştur. Zaten, Chang’a göre, dört ayaklıların tarihi, diğer tüm sarcopterygian’larınkinden farklıdır. Vorobyeva ve Schultze, osteolepiform’lar ile panderichthyid’lerin iç damak başlangıçlarının gerçek bir choana olduğunu ve dört ayaklılara kıyasla, yüzgeçlerin iç yapılarının sadece osteolepiform’larda böyle olduğunu kabul ettiler…. bütün akrabalık meseleleri, benzerliklerin belirlenebilmesi için özelliklerin benzerliklerinin ya da benzemezliklerinin değerlendirilmesine dönüşür…. Rosen ve diğerleri (1981) akrabalık analizlerinin, öncelikle, günümüzde hâlâ var olan, analizlerde ikinci derece fosil olarak tanınan formlara dayandırılması gerektiğini tartışmıştır. Fosil kaydındaki kusur, herkes tarafından kabul edilmektedir. Sonuç olarak fosiller, filojenetik düzen çözümüne hiçbir katkıda bulunmamaktadırlar.”[12]
Schultze ve diğerleri, her düzenin ortaya çıkardığı çelişki ve güçlükleri açıklayabilmek için, her yazarın, çok dolaylı istatistikler yapması gerektiğini belirtmişlerdir. Yukarıda da belirtildiği gibi, Schultze şöyle der:
“bütün akrabalık meseleleri, özelliklerin benzerliklerinin ya da benzemezliklerinin değerlendirilmesine dönüşür….”
Fakat pek çok örnekte, evrimcilere göre, benzerlikler, atasal torun ilişkileri konusunda hiçbir şeyi ispat etmemektedir. Çünkü, farklı hayvanlarda benzer yapılar bu hayvanların genlerinin ortak bir atadan gelerek değil, bu özellikleri birbirinden bağımsız olarak kazanmışlardır. Evrimciler, bir özelliğin, yakın akraba türlerde bağımsız olarak evrimleştiğini farz ettiklerinde, Paralel Evrim diye isimlendirdikleri bir yola başvurmaktadırlar. Evrimcilere göre, bu, evrimde yaygın bir var oluştur. Evrimcilere göre, evrimdeki bir diğer yaygın fenomen de Yakınsak Evrim (convergent evolution) diye isimlendirilir. Buna göre, uzak akraba türlerin bağımsız anlamda benzer yapılar ve özellikler geliştirdiği varsayılmıştır. Sıkça sözü edilen bir örnek de, omurgalıların ve omurgasız kafadanbacaklıların (mürekkepbalıkları) gözleridir. Bu iki canlının gözleri, birbirine çok benzer. Fakat bu iki tür canlının varsayılan ortak ataları, hem kafadanbacaklıların hem de omurgalıların gözleri gelişmeden yüz milyonlarca yıl önce var olmuş olmalıdır. Futuyma şöyle der:
Yakınsak evrim, pek çok örnekte öyle benzer özelliklerle sonuçlanmaktadır ki, bizler, eğer bu özelliklerin akraba olmayan gruplarda bağımsız olarak evrimleştiğini bilmiyor olsaydık, aynı genetik temele sahip olup olmadıklarını söylemekte de güçlük çekecektik.[13]
Böylece, farklı hayvanlardaki benzerlikler, ortak bir atadan evrimleşmenin kanıtı olabilirler de olmayabilirler de. Çünkü, bu özellikler, paralel ya da yakınsak evrim yoluyla bağımsız bir biçimde ortaya çıkmış olabilirler. Evrim kuramında, evrimsel tasarımı daha karmaşık bir hale getiren, fakat bu tasarımların korunmasında da başvurulan bir diğer yaygın özellik de tersine dönüş olarak isimlendirilen özelliktir. Bu tersine dönüş fikri, bir neslin evrim tasarımındaki bir yapı kaybolduğu ve daha sonra torun varsayılan türlerde yeniden ortaya çıktığı durumlarda evrimciler tarafından ortaya atılmıştır. Uzun süre, evrimde, tersine dönüşün olamadığına inanıldı. Karmaşık bir yapının kökeni ile ilgili çok sayıda genetik değişimin olması gerektiği ve bu değişimlerin karmaşık bir sıra halinde kazanılması gerektiği iddia edildi. Bir sonraki evrimsel değişimle yok edilen yapının yeniden geri kazanılması ihtimali aslında hiç yoktur. Gerçekte, bu prensibin öyle iyi saptandığı düşünülmüştür ki, prensip, “kanun” statüsüne yükselmiş ve Dollo Kanunu olarak isimlendirilmiştir. Şimdi, Dollo’nun ileri sürdüğü kanunu, modern evrim tasarımında sık sık başvurulan tersine dönüşlerde olması gerektiği gibi, bir çöp kutusunun içine fırlatılıp atılmıştır. Örneğin, Schultze şöyle der:
Yukarıda açıklanan türdeki tersine dönüşler, pek çok kafatası ve daha alttaki özelliğin açıklanmasında da gereklidir. Kafatası çatı kemiklerinde, actinopterygian’lardaki parietal ve postparietal’lerin açıklanmasında iki, dört ayaklılar ve sarcopterygian’ların ortak atalarındaki alın kemikleri, parietal ve postparietal’lerin açıklanmasında üç, Diabolepis, porolepiform’lar ve actinistian’lardaki parietal ve postparietal’lerin açıklanmasında da iki tersine dönüş gerekmektedir. Filojenetik sırada, ikiden bire ve sonra tekrar ikiye yükselen squamosal ve dış geniz açıklığı ile yok olan, var olan ve sonra tekrar yok olan omur ve choana ifade edilmektedir…. Sarcopterygian balıkları ve dört ayaklılar arasındaki bir kardeş ilişkisi, ortak atanın, balık benzeri torunlardan türemiş bir dört ayaklıya çok daha fazla benzediğini ortaya çıkaracaktır. Böyle bir düzen, olası gibi görünmeyen sayısız karakterin tersine dönüşünü gerektirecektir. [14]
Daha önceden de belirtildiği gibi, Schultze şöyle demiştir:
“her yazar, karakterleri, kendisinin tercih ettiği dört ayaklı ilişkisinin tarafını tutarak yorumlamıştır.”
Diğer bir deyişle, her araştırmacı, en başta kendisinin tercih ettiği bir varsayımsal evrim modelinde karar kılar ve sonra düzenin gerektirebileceği tersine dönüşler, yakınsak evrim ya da paralel evrimi kullanarak, kanıtları uygun biçimde yorumlar. Bu kuramlar, öylesine istenilen şeklin verilebildiği kuramlardır ki, yanlış olsalar bile doğru ya da yanlış oldukları ispat edilemez ve bu nedenle, bilimsel kuram olarak bile isimlendirilemez. Ahlberg ve Milner, Rosen ve diğerlerinin, dört ayaklıların kökeni konusunda yayınlanmış olan[15]fikirleriyle ilgili olarak şöyle dediler:
Onların, dört ayaklıların, osteolepiform’lardan evrimleşmesinin, kalıntılarına bakarak geçmişin anlaşılabileceğini gösteren evrim senaryoları, kesinlikle doğruluğu ya da yanlışlığı ispat edilemeyen “hikayeler” olup bilim değildir.[16]
Kemik pullular (Osteolepiform), çift yüzgeçli olan Crossopterygii alt sınıfının Rhipidistia takımı içinde yer alan balıklardı ve evrimcilerin çoğunluğu tarafından bunların, amfibyumların atası olduklarına inanılmaktadır. Pennsylvania’nın Catskill Oluşumu’nun Üst Devoniyen kayalarında bulunan bir amfibyum fosili bulgusu, en eski amfibyumlar olduklarına inanılan bu canlıların, hiçbir geçiş formu kanıtı olmaksızın tamamıyla gelişmiş oldukları delillerini güçlendirmiştir. Bu kayalar, evrimcilere göre, günümüzden yaklaşık 363 ile 365 milyon yıl öncesine ait Orta ve Üst Famennian oluşumlarındadır. Bu amfibyum hakkındaki rapor şöyleydi: Hynerpeton bassetti olarak isimlendirildi, Science’in Daeschler, Shubin, Thomson ve Amaral tarafından yapılan 29 Temmuz 1994 basımında yer aldı. Onlar şöyle dediler: Omuz kemerinden türemiş özellikler, uzantılı mekanizma desteğinin ve itici kuvvetinin, dört ayaklılar tarihinin en erken dönemlerinde bile çok iyi gelişmiş olduğunu göstermektedir. Fosilin bulunduğu katmanın açıklanmasında bu yazarlar şöyle dediler:”
Bu katman durumu, H. bassetti’nin Orta–Üst Famennian yaşında olduğunu, (yaklaşık 363-365 milyon yıl), yani, en üst Famennian yaşında olan Tulerpeton, Acanthostega ve Ichthyostega’dan daha yaşlı olduğunu gösterdi…. Ayrıca, H. bassetti’nin omuz kemeri morfolojisi, onun, ön kollarını kaldırma, tepki verme ve güçlü bir şekilde uzatma yeteneğine sahip olduğunu gösterdi.[17]
Gördüğümüz şey, tamamıyla gelişmiş vücut üyelerine ve gelişmiş diğer özelliklere sahip, %100 bir amfibyum olan ve önceden, en eski amfibyumlar olduğu düşünülen canlılardan daha yaşlı bir canlıdır. Ayrıca bu, evrim kuramının dayandırıldığı tahminleri yalanlamakta, fakat, yaratılış için, güçlü, ek kanıtlar sağlamaktadır. Öncelikle belirtmek istiyoruz ki, amfibyumları ve böylece “ilk” dört ayaklıları bir balık atadan türetmeye çalışan tüm projeler, bilimsel kuram olarak nitelendirilemeyen senaryolardan başka bir şey değildirler. Üstelik, balıklarla amfibyumlar arasında tasarlanan evrimsel yol ne olursa olsun, tüm balıklar ile amfibyumlar arasında büyük bir devamsızlık vardır. Amfibyumların en olası ataları olarak sözü edilen balıkların tümü, zamanlarının tümünü, su içinde geçirmeye ihtiyaç duyan, %100 balık olan balıklardı. Soylarından geldiği düşünülen amfibyumların tümü ise, temel amfibyum kol ve bacak üyelerine sahip, %100 amfibyum olan amfibyumlardı. Hiç kimse, yarı ayak yarı yüzgeç üyeleriyle ilgili tek bir geçiş formu bulmakta başarılı olamadı. Bu tür şeyler bulunmuş olsaydı, amfibyumların atası olma konusunda rekabet halinde olan adaylardan hangisinin gerçek ata olduğu hemen belirlenmiş olacaktı. Fakat tartışmalar dinmemektedir. Geçiş formları bulunamamıştır; çünkü, asla var olmamışlardır. Yeryüzünde, canlı organizmalar evrimleşmemiştir.
Amfibyumların Büyük Çeşitliliği
Günümüz amfibyumları, 4.000’den fazla türü ile, büyük bir çeşitlilik göstermektedir. Bu 4.000 tür, üç takımı kapsamaktadır: Urodela (semenderler ve su kelerleri); Gymnophiona (kertenkelemsigiller, caecilian ve apodanlar olarak da isimlendirilen hiç bacak izlerine sahip olmayan, solucan benzeri amfibyumlar); ve Anura (kurbağalar ve kara kurbağalar). Bunlar, fosil kaydında ilk ortaya çıktıklarında, tıpkı bugün oldukları gibi, modern bir görünüş ve yapısal olarak büyük bir çeşitlilik içeriyorlardı. Carroll şöyle der:
” Kurbağalar ve semenderler, fosil kaydında ilk ortaya çıktıklarında, esasen modern bir iskelet anatomisi gösteriyorlardı. Gymnophiona’nın, (caecilian), açıklanmış olan fosilleşmiş canlıları, günümüz cinslerine çok benzeyen, Üst Kretase ve Paleosen katmanlarında ayrık halde bulunan omurgalarıyla tanınır. [18]
Bu modern amfibyum takımları, genellikle Lissamphibia alt sınıfı içinde yer almışlardır; çünkü, birkaç benzerlik paylaşmaktadırlar. Ancak, pek çok paleontolog, böylesine çeşitlilik içeren canlıları birlikte gruplandırma konusunda şüphelidirler. Carroll şöyle diyor:
”Benzerliklerine rağmen, kurbağalar, semenderler ve kertenkelemsigiller (caecilian’lar), iskelet yapısı, yaşam biçimi, şimdiki ve bilinen tüm fosil kaydı bakımından birbirlerinden çok farklıdırlar…. biz, günümüz takımının her üçünde de ortak olup özelleşmiş niteliklere sahip olan herhangi bir olası atanın hiçbir fosil kanıtına rastlamadık…. Kurbağalar, semenderler ve kertenkelemsilerin yakın bir ortak atadan evrimleşmesi konusundaki fosil kanıtı yokluğunda, günümüz takımlarının her birinin, bir grup bağımsız Paleozoik amfibyumundan evrimleşmesi olasılığını dikkate almalıyız.[19]
Benzer şekilde, Colbert ve Morales şöyle derler:
Bu benzerliklere rağmen, tek bir ortak atadan beklenecek bir özellik olan, karakteristikleri bir arada toplama özelliğini taşıyan herhangi bir Paleozoik amfibyumun kanıtı yoktur. En eski kurbağalar, semenderler ve kertenkkelemsiler, günümüzde yaşayan torunlarına çok benzemektedirler. [20]
Carroll,[21]Colbert ve Morales,[22]kurbağa benzeri bir Triadobatrachus’tan bahsederken, günümüz kurbağaları ile diğerleri, yani, eski kabul edilen amfibyumlar arasında olası bir halka olduğunu ileri sürerler. Carroll, Triadobatrachus’un, Paleozoik amfibyumlarına olan en yakın benzerliğinin, dissorophid temnospondyl olan Doleserpeton’da, olduğunu söyler. Ancak, tüm kurbağalar ve gerçekte, tüm günümüz amfibyumları, temnospondiller ve en yaşlı kabul edilen tüm amfibyumlar arasında temel bir fark vardır. En yaşlı oldukları iddia edilen amfibyumlar, her bir omuru oluşturabilmek için, birbirine bağlanmış, pek çok farklı parçadan oluşan, kemer biçimli, karmaşık bir omura sahiptiler. Ayrıca, yine amfibyumların olası atası olarak önerilen çeşitli balık türleri de buna benzer karmaşık biçimli bir omura sahiptiler ve bu, en yaşlı kabul edilen amfibyumlarla balıklar arası bir halka için anlamlı karakteristiklerden biridir. Günümüz amfibyumlarının tümünün çok farklı türden, makara benzeri, kemikli bir silindire benzeyen omurları vardır. Eğer Doleserpeton gibi bir canlı, kurbağaların ya da diğer günümüz amfibyumların herhangi birinin atası olsaydı, Doleserpeton’un karmaşık, kemer biçimindeki omuru, basit makara biçimli omura dereceli olarak evrimleşmiş olmalıydı. Fosil kaydında, bu konuda, kesinlikle hiç kanıt yoktur.
Makara biçimli omura sahip amfibyumlar, lepospondyl olarak isimlendirilmektedir. Mississippian ve Pennsilvaniyen kayaları arasında makara biçimli omura sahip amfibyumların üç farklı takımı bulundu. Bu takımlar, Aistopoda isimli, en fazla 230 omurdan oluşan uzun bir vücuda sahip yılan benzeri canlıları içeriyorlardı. Bu canlılarda ne bacak ne de bacak kemeri bulunmuyordu. Carroll şöyle der:
Bu formların, yüksek derecede özelleşmiş kafatasları vardı. Bu, her familyanın, hem herhangi bir labyrinthodont’tan ya da rhipidistian’dan farklı hem de birbirinden farklı, uzun bir tarihi olduğunu gösteriyor.[23]
Aistopod’lar hakkında konuşan Romer şöyle der:
Bazılarımız, böylesine özelleşmiş formların, daha yaşlı amfibyum grupları arasındaki bir geç gelişimi temsil edeceğini ümit edebilir; fakat henüz tanımlanmayan yeni bulgular, aistopod’ların, Mississippian’in erken dönemlerinde geliştiğini ve bu yüzden bilinen tüm amfibyumların en yaşlıları arasında olduklarını kanıtlamaktadır. [24]
Gerçekte, Alt Mississippian kayalarından çıkarılan aistopod’lar, şimdi çok iyi tanımlanmış oldular. Bu amfibyumlar, fosil kaydında, herhangi bir eski amfibyumdan farklı olarak, tamamıyla gelişmiş biçimde aniden ortaya çıkmışlardır. Bunlar, alt (erken) Mississippian kayalarında, tamamen gelişmiş biçimde ortaya çıktıklarına göre, bunun anlamı şuydu: Eğer bunlar evrimleşmişlerse, Devoniyen dönemde evrimleşmiş olmalıydılar. Bununla beraber, en erken ya da en eski olarak isimlendirilen evrimsel balık soyu olan amfibyumlar da Devoniyen’de bulunmuştur. Bunun anlamı nedir dediğiniz duyar gibiyim 🙂 o halde şöyle açıklayalım, evrim senaryoları doğru ise, Ichthyostega gibi amfibyumların yakın ataları, balık atalarından bacakları evrimleştirmekle meşgulken, balık ile aistopod arası ara formlar da bacak gibi üye izlerini yok etmekle meşguldüler.
Bazı amfibyumlarda bacak ve ayakları bir evrimsel doğuşa yönlendirirken, aynı zamanda da diğer amfibyumların bacaksız oluşmalarını nasıl bir seçim baskısı sağlayacaktı? Üstelik, eğer, Ichthyostega gibi amfibyumlarda bulunan karmaşık, kemer tipi omur, rhipidistian balığındaki kemer tipi omura benziyorsa ve ikisi arasında bir bağlantı oluşturuyorsa, o zaman, basit, makara biçimli omura sahip olan lepospondyl amfibyumları nereden evrimleşmişlerdir? Bir balığın, tamamıyla basit, makara biçimli, 230 omurdan oluşan, yılan benzeri bir vücuda sahip, bacak olmayan bir aistopoda evrimleşmesini gösteren geçiş formları nerede?
Bunlar, evrim kuramının bütünüyle iflasını ortaya koyan gerçeklerdir. Aistopoda ile birlikte ortaya çıkan diğer iki lepospondyl amfibyum takımı, Nectridea ve Microsauria’dır. Nectridean’ların, çok küçük üyeleri olan uzun vücutları vardı. Yüzme organı olarak kullandıkları, yana doğru basık kuyrukları olan bu canlılar, görünüşte, çoğunlukla suda yaşarlardı. Microsaurian’lar, üyeleri oldukça küçük olsa bile, daha normal bir vücut yapısına sahiptiler. “Küçük sürüngenler” anlamına gelen Microsauria ismi, uygun bir isim değildir. Çünkü, Romer’in de söylediği gibi, sürüngenlere olan bu benzeyiş, sadece bir paralellikten ibarettir. Microsauria’lar, çeşitli vücut bölümleriyle, lepospondyl’lerin en çeşitlileridir. Aistopoda, Nectridea ve Microsauria, Mississippian, Pennsilvaniyen ve Permiyen kayalarında bulundular ve lepospondyl’lerin Paleozoik (Birinci Zaman) grubu olarak nitelendirildiler. Evrimsel zaman ölçeğinde, Paleozoik lepospondyl’lerin ve Lissamphibia Altsınıfının günümüz amfibyumları arasında çok büyük bir boşluk vardır. Romer, Lissamphibia hakkında konuşurken şöyle demiştir:
”Onlar ve Paleozoik grubu arasında fosil kaydıyla birleştirilemeyen geniş bir evrimsel boşluk vardır.”[25]
Carroll şöyle yazar:
Alt Permiyen’den sonraki herhangi bir lepospondyl fosili bulamadık. Kurbağa ve semenderlerin Jura’da ortaya çıkışlarına kadarki küçük amfibyum kayıtlarında şaşırtıcı bir boşluk vardır.[26]
Kesinlikle açık olan şey, amfibyumların fosil kaydının, dört ayaklıların ve özellikle amfibyumların bir balık atadan evrimleştiği fikrini desteklememesidir. Rhipidistian crossopterygian’lar ya da diğer benzer balıklar ile, ichthyostegid’ler ya da diğer “en erken” amfibyumlar arasında aşırı derecede büyük bir boşluk vardır; gerçekte, tüm Paleozoik amfibyum takımlarının, takıma ait karakteristiklerin büyük çeşitliliği ile aniden ortaya çıkışı, ilk numunelerle bütünleşmektedir. Ve bu Paleozoik takımları ile üç canlı takımı arasında geçiş formu yokluğu, bu formların, evrimsel bir geçiş yoluyla ortaya çıktıklarını, kesinlikle inanılmaz hale getirmektedir. Yani, gerçekler, yaratılış modelinin dayandırıldığı tahminlerle tam bir uyum içerisindedir.
Amfibyumlar ile alakalı bu kadar teknik detay materyalist görüşün bu konuda da dogmatik ön kabullu tutumunu sürdürdüğünü gösteren oldukça önemli bilgilerdi. Ancak bu kadar yeterli. Bir sonraki yazıda Allah isin verirse Sürüngenlerin kökenlerine değineceğim.
Bu yazının yazılmasında büyük ölçüde Prof. Dr. Duane Gish’in ”Evrim, Fosiller Hala Hayır Diyor” kitabından faydalanılmıştır.
[1]Paleontoloji fosil bilimi ile ilgilenen bir bilimdalıdır. Anlam amacıyla fosilbilimci olarak anlaşılabilir.
[2]Tiktaalik Rosea, evrimcilerin denizden karaya geçişte sözde bir ara geçiş formudur. Günümüzde 4 ayaklıların kökensel atalarının daha eski olabileceği tartışılmaktadır. Bu sebepten ötürü sudan karaya geçişin bir ana örneği olmaktan ziyade evrimin yönü kesilmiş yan kollarından birisi olarak kabul edilir.
[3] R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution (New York: W. H. Freeman and Co., 1988), s. 4
[4] D. E. Rosen ve diğerleri, Bulletin of the American Museum of Natural History, 167:159-276 (1981).
[5] Thomas Gorr ve Traute Kleinschmidt, American Scientist, 81(2): 72-82 (1993).
[6] P. L. Forey, Nature 336:729 (1988).
[7] M. W. Browne, “Biologists Debate Man’s Fishy Ancestors,” New York Times, 16 Mart 1993, s. C-1.
[8] a.g.e.,
[9] R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution (New York: W. H. Freeman and Co., 1988), s. 161-162
[10] R. L. Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution (New York: W. H. Freeman and Co., 1988), s. 145
[11] Per A. Ahlberg ve Andrew R. Milner, Nature 368:509 (1994).
[12]Hans-Peter Schultze ve Linda Trueb, editörler, Origins of the Higher Groups of Tetrapods (Ithaca, New York: Comstock Publishing Associated, 1991).
[13] Douglas J. Futuyma, Evolutionary Biology (Sunderland, Massachusetts: Sinauer Associates, Inc., 1979), s. 142.
[14]Schultze, s. 56.
[15] Rosen ve diğerleri, s. 159-276.
[16] Ahlberg ve Milner, s. 507.
[17] E. B. Daeschler ve diğerleri, Science 265:639-642 (1994).
[18] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 180.
[19] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 181, 182,184
[20] E. H. Colbert ve M. Morales, Evolution of the Vertebrates (New York: John Wiley and Sons, 1991), s. 99.
[21] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 184.
[22] Colbert ve Morales, Evolution of the Vertebrates, s. 99.
[23] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 176.
[24] A. S. Romer, Vertebrate Paleontology, 3ncü basım (Chicago: Chicago Univ. Press, 1966), s. 97.
[25] A.g.e, s. 98.
[26] Carroll, Vertebrate Paleontology and Evolution, s. 180.