Vücutlarımız Nasil Calisir ? Tesadüf Degil 11

Editor Notu ;

 

Bilimsel araştırmalarla, doğa yasalarının derinliklerine inmeye ve yaşamın karmaşık işleyişini anlamaya çalıştıkça, insan vücudunun hayatta kalmak için mükemmel şekilde tasarlanmış bir sistem olduğunu fark ederiz. Her bir organ, her bir hücre, her bir molekül, belirli bir amaç doğrultusunda mükemmel bir uyum içinde çalışır. Bu uyumun ve düzenin arkasında bir tesadüf değil, bilinçli bir tasarımın olduğu açıkça görülmektedir. İnsan vücudu, evrende var olan her şey gibi, bir düzenin ve hikmetin ürünü olarak var olmuştur. Bunu kabul etmek, insanın doğadaki yerini ve evrendeki amacı üzerine düşünmesini gerektirir.

Evrendeki her şeyin bir amaç ve düzen içinde var olduğuna inanan bir dünya görüşü, tesadüfün mümkün olmadığını savunur. Bedenin her fonksiyonu, her hücresel süreç, çok ince bir şekilde tasarlanmış ve mükemmel bir dengeyle bir arada çalışmaktadır. Oksijenin alımı, karbondioksit ve asidik atıkların atılması gibi karmaşık solunum süreçlerinin her bir adımı, bilinçli bir düzenin sonucudur. Vücutta gerçekleşen bu karmaşık ve hassas denetim, bir yaratıcı aklın varlığını gösterir.

“Gökleri ve yeri yaratan Allah, onların her ikisini de yaratmada bir örnek olmaksızın yaratmıştır. O, her şeyi bilendir.” (Fussilet, 41:11)

Bu ayet, evrendeki düzenin ve yaşamın, sıradan bir tesadüf sonucu var olmamış, aksine bir kudret ve hikmet ile yaratılmış olduğunu gösterir. Her bir organın, her bir hücrenin, hatta her bir kimyasal bileşiğin bile yeri ve işlevi, tesadüfen değil, belirli bir tasarımın parçası olarak var olmuştur. Solunumun karmaşık mekanizmaları da bunun bir örneğidir: İnsan vücudunda, oksijenin alımı, karbondioksit ve asidik atıkların atılması, hassas bir denetim ve kontrol sistemi ile sürdürülmektedir. Bu mükemmel düzenin bir tesadüf olmadığını görmek, insanın evrendeki yerini ve bu düzenin arkasındaki aklı daha iyi anlamasına yardımcı olmaktadır.

Professor Howard Glickin bedenimiz hakkında yazi dizisini çevirmeye devam ediyoruz. Lütfen sayfamızı arkadaslariniz, dostlarınız yada sosyal medya ile  paylaşın

 

SOLUNUMUN ANLAŞILMASI; LÜTFEN BİR TAZE NEFES DAHA

Bizler materyal dünyada yaşadığımız için hücrelerimiz atomlar ve moleküllerden oluşmaktadır. Bu durum, vücudumuzun doğanın yasalarına uyması gerektiği anlamına gelir. Bu yasalar, vücudumuzun hayatta kalması için gerekli olan enerjiyi üretebilmesi amacıyla hücrelerimizin yeterli oksijene (O2) sahip olmasını gerektirir. Oksijen, su, tuz ve şekerin aksine vücudumuzda depolanmaz, bu yüzden hava ile sürekli olarak yeniden temin edilmesi gerekir. Bu nedenle, birkaç dakikadan fazla oksijensiz yaşamak mümkün değildir.

Ancak, solunum sadece vücudun enerji ihtiyaçları için yeterli oksijen sağlamaktan çok daha fazlasını içerir. Aynı zamanda, karbondioksit (CO2) atılımını sağlamak ve vücudun hidrojen iyonu (H+) içeriğini düzenlemek de önemlidir. Çünkü bu iki kimyasal madde hücre sağlığına zarar verebilir ve ölümcül sonuçlar doğurabilir.

Hatırlayacak olursak, hücrelerimiz oksijeni (O2) ve belirli enzimleri kullanarak, taşıyıcı proteinler aracılığıyla glikozdaki kimyasal bağları kırarak enerji üretir.

Havadaki oksijen oranı %21 iken, karbondioksit oranı yalnızca %0.04’tür. Buna karşın, soluduğumuz havada oksijen oranı %16’ya düşerken, karbondioksit oranı %4’e yükselir; bu da %100’lük bir artış anlamına gelir. Bu değişim, hücrelerimizin enerji ihtiyaçları için oksijen kullanırken karbondioksit ürettiği için meydana gelir. Benzer şekilde, vücuttaki hidrojen iyonlarının (H+) %99’ı hücresel solunumdan kaynaklanır. Kırmızı kan hücreleri, karbonsan anhidraz enzimi kullanarak, hücresel solunumda üretilen karbondioksiti su (H2O) ile birleştirir ve karbonik asit (H2CO3) oluşturur. Kanın içinde karbonik asit, H+ iyonlarına ve bikarbonat iyonlarına (HCO3–) ayrışır. Yani, vücut ne kadar fazla karbondioksit üretirse, kırmızı kan hücreleri o kadar fazla H2CO3 üretir ve kanda daha fazla H+ iyonu bulunur.

image.png

Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır. Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır.Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır. Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır. Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır. Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır. Her an her saniye kanınızdaki oksijen ve karbondioksit oranı kontrol edilmek zorundadır. Üst Üste üst üste defalarca kez yazdim ki bunun devasa boyuttaki zihinsel etkisi gerçekten sizi sarssın çünkü çevremiz de o kadar çok yaratılış kanıtı sürekli gözümüze sokulmaktadır ki artık bunlara Karsi hissiyatimizi kaybetmekteyiz. Ancak yaraticinin verdigi sure her saniye azalmaktadır. Hemen simdi yaratilis üzerinize düşünmeli ve yaraticinin neden sizleri yarattigi üzerine samimi bir sekilde kafa yormalisiniz.

Ey iman edenler, Allah’tan korkup-sakının ve (sizi) O’na (yaklaştıracak) vesile arayın; O’nun yolunda cihad edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz. Maide 35

Vücut genellikle, kan oksijen seviyesinin 70 birimden yüksek, CO2 seviyesinin 40 birimden düşük ve H+ iyonu seviyesinin 35 ile 45 birim arasında olduğu durumlarda en iyi şekilde çalışır. Oksijen seviyesi düştükçe, karbondioksit artar ve H+ iyonu seviyesi normal aralığın dışına çıkarsa, vücut fonksiyonları bozulur ve zayıflar. Gerçekten de, kan oksijen seviyesi 30 birimin altına, karbondioksit seviyesi 90 birimin üzerine ve H+ iyonu seviyesi 20 birimin altına ya da 100 birimin üzerine çıktığında, hayatta kalma olasılığı yok denecek kadar düşer. Bu nedenle, vücudun oksijen, karbondioksit ve hidrojen iyonu seviyelerinin kontrol altında tutulması, hayatta kalmak için hayati öneme sahiptir. Peki vücut bunu nasıl başarmaktadır ? Gelin birlikte bakalım….

Daha önce de bahsettiğim gibi, kontrol sağlamak için ilk önce bir sensöre ihtiyaç vardır; bu sensör, neyin kontrol edilmesi gerektiğini algılayabilmelidir. Vücut, oksijen, karbondioksit ve hidrojen iyonlarını algılayabilen kimyasal sensörlere (kemoreseptörler) sahiptir. Bu üç kimyasalın periferal kemoreseptörleri, beyne doğrudan kan taşıyan ana arterlerde bulunur. Öte yandan, beyinde, hidrojen iyonlarını algılayan merkezi kemoreseptörler yer alır. Bu kemoreseptörlerin tam olarak nasıl çalıştığı ve ne şekilde işlediği henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Ancak, tıpkı aracınızın yakıt tankındaki gaz sensörünün, doğru yerden bilgi aldığı gibi, bu kemoreseptörler de vücudun kimyasal dengeyi korumasına yardımcı olacak doğru bilgilere sahip olmak için doğru yerde yer almaktadır.

İkinci olarak, kontrol sağlamak için bir entegratöre de ihtiyaç vardır. Bu entegratör, sensörlerden gelen bilgiyi analiz eder, standartlarla karşılaştırır, ne yapılması gerektiğine karar verir ve ardından komutlar gönderir. Oksijen, karbondioksit ve hidrojen iyonu seviyelerini algılayan kemoreseptörlerden gelen veriler, beyin sapındaki solunum merkezine iletilir. Solunum merkezi, bu bilgileri analiz eder ve solunum kaslarına, yani ciğerlere hava alıp verme komutları gönderir. Solunum merkezinin, vücudun hayatta kalmasını sağlamak için oksijen, karbondioksit ve hidrojen iyonu seviyelerinin ne olması gerektiğini nasıl bildiği hala bir sırdır. Ancak, tıpkı yakıt tankındaki sensörün doğru şekilde bağlanıp kalibre edilmiş bir göstergeden gelen verileri doğru şekilde okuması gerektiği gibi, bu kemoreseptörlerden gelen veriler de doğru şekilde alınmalı ve yorumlanmalıdır.

Hiç kimse, bu kemoreseptörlerin nasıl ve neden aynı anda ortaya çıktığını, doğru yerlerde konumlandığını ve yaşam için nasıl işlevsel hale geldiğini anlamış değil. Çünkü bu üç kimyasal parametreden herhangi birinin kontrolünün kaybolması, ölüme yol açar. Dahası, solunum sisteminin bu kimyasalların seviyelerinin ne olması gerektiğini nasıl bildiği de henüz tam olarak anlaşılamamıştır. Evrimsel biyologların bu kadar sınırlı bir anlayışla, hayatın sadece tesadüfler ve doğa yasalarıyla ortaya çıkmış olduğuna nasıl bu kadar emin oldukları anlaşılabilir mi?

Tıpkı yakıt sensörünün, doğru gösterge paneli ile uyumlu bir şekilde tasarlanıp yerleştirilmesi gerektiği gibi, bu kemoreseptörlerin de doğru bir şekilde var olmuş olabileceği ihtimali ne kadar makuldür?

Bunları bir kenara bırakırsak, kontrol sağlamak için üçüncü bir şey daha gereklidir; bir etken. Bu etken, entegratörden gelen komutları alıp bir şeyler yapmalıdır. Yukarıda belirttiğimiz gibi, solunum merkezinden gelen sinir mesajları, solunum kaslarına iletilir ve böylece akciğerler hava alıp verir. Ancak, akciğer fonksiyonu söz konusu olduğunda, gerçek sayılar gerçekte ciddi sonuçlar doğurur. Bu nedenle, bu serinin bir sonraki yazısında, akciğerlerin nasıl çalıştığını ve hayatta kalmamız için nasıl hayati bir işlevi yerine getirdiğini detaylı olarak açıklayacağım. Bir sonraki yazıda ise, akciğer bozukluklarının debiliteye ve ölüme yol açan sonuçlarını ele alacağım.

 

Paylaş:

Yazar: MuratS

Gezgin, Allah aşığı, varlık bilim genel ilgi alanı- Bilim Yazarı

İlgini Çekebilir

Vucutlarimiz Nasil Calisir- Tesadüf Degil 7

Prof. Howard Glicksmanin serisini çevirmeye devam ediyoruz. Serinin her biri vucutlarimiz ile alakalı olduğu icin …

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir