Vucutlarimiz nasıl calisir serisinin 3. yazisini asagida bulabilirsiniz. Bu kez yazar hücre içerisinde sıvı uyumlarına ve bunların kontrol edilis seklindeki yaratilis kanıtlarına dikkat çekmektedir. Hucrelerimiz hücre zari tarafından madde ve sıvı alisverisi kontrol altında tutulan canlı birimlerdir. Hucrelerimizde sıvılar acısından geçirgen bir yapı olmasina rağmen hücre içerisinde proteinlerin oranı az olmalı ancak potasyum oranı çok olmalıdır. Eğer sadece bu basit dengede bile bir hata yapılsaydı hayatin varligindan bahsetmek icin burada olamayacaktık. Son derece ilerlemiş teknolojimiz ile ancak farkına varabildiğimiz bu mucize bize ne anlatmaktadır ?
Akli, suuru, bilinci olmayan zavallı hücreler bunları yapmayi nereden öğrenmiş olabilir ? Hücrelerin bilinç sahibi olduklarını bir an varsaysak dahi o takdirde bu yapıların bu bilgiyi nasıl öğrendiğini, öğrenme aşamasında ölmekten nasıl korunduklarını, oncesinde bir üniversite açıp egitim almış olup olmadiklarina ciddi kafa yormamız gerekecekti. Fantezi bile denilemeyecek ornekte bile tonla düşünsel engele takıldık ama gercek hayatta su an tüm hücrelerinizde bu dengeler bulunuyor. Bu sizlere canliligin arkasındaki egemen, bilen ustun ve güçlü olanı gösteriyor olabilir mi ?
Ovgulerimizin tamamı Evrenin Yücel Yaraticisi Yüce Allahadir. Onun icin yasar onun icin ölürüz.
Icinde pislik taşıyan insani yeryüzünde şımartan Yüce Allaha binlerce kez şükürler olsun.
Vucutlarimiz Nasil Calisir- Tesaduf Degil 3
Insan hücresinin nelerden oluştuğuna ve hayatta kalmak için nelere ihtiyaç duyduğuna daha önce bakmıştık. Hücreler, kimyasal içeriklerini ve hacimlerini kontrol etme yeteneği de dahil olmak üzere hayati işlevlerini yerine getirebilmek için enerjiye ihtiyaç duymaktadırlar. Hücre, plazma zarından bazı kimyasalların geçmesine izin verirken zararlı olanları atmak zorunda kaldığından bir ikilemle karşı karşıyadır. Bu dinamik, hücreyi kimyasal içeriğini ve toplam hacmini köklü bir şekilde değiştirebilecek ve ölümle sonuçlanabilecek doğa yasalarına maruz bırakmaktadır. Şimdi hücre yaşamını sürekli tehdit eden iki ana doğal güç olan difüzyon ve osmoza bakacağız.
Difüzyon, çözeltideki kimyasal partiküllerin her zaman hareket halinde olduğu ve ortamlarında eşit bir şekilde yayıldığı doğal yasaya işaret etmektedir. Bu nedenle, bir çözücüde (örneğin su) bir çözünen madde (örneğin tuz) çözüldüğünde homojen bir karışım oluşturur. Bu, çözelti içindeki tuz parçacıklarının birbirine eşit uzaklıkta olduğu ve tuzlu suyun kimyasal yapısının her yerde aynı olduğu anlamına gelir. Kabın üstündeki tuzlu su, ortasındaki tuzlu su ile aynıdır ve kabın ortasındaki tuzlu su, altındaki tuzlu su ile aynıdır.
Ayrıca, farklı tuz konsantrasyonlarına sahip iki çözelti, hem tuzun (çözünen) hem de suyun (çözücü) geçmesine izin veren geçirgen bir zarla ayrıldığında, difüzyon doğal olarak daha yüksek konsantrasyona sahip çözeltideki tuzu, daha düşük konsantrasyona sahip olan çözeltiye hareket ettirir. Bu hareket, “konsantrasyon gradyanı boyunca difüzyon” olarak adlandırılır ve bir tepenin eğiminden aşağı doğru, daha yüksekten daha aşağı bir yüksekliğe hareket etmeye benzer. Ancak bu durumda, tuzun daha yüksek konsantrasyona sahip çözeltiden daha düşük konsantrasyona sahip çözeltiye hareketi, difüzyon gücüyle gerçekleşir, yerçekimi kuvvetiyle değil. Sonuç olarak, iki çözeltinin tuz hareketi, başlangıçtaki iki çözeltinin konsantrasyon değerlerinin arasında bir yerde aynı konsantrasyona ulaşmasına neden olmaktadır.
Hücre için biyolojik önemi, hücre içindeki sıvının yüksek potasyum ve düşük sodyum konsantrasyonuna, dış sıvının ise düşük potasyum ve yüksek sodyum konsantrasyonuna sahip olmasıdır. Bu iki sıvıyı ayıran hücre plazma zarı, potasyum, sodyum ve suya karşı geçirgendir. Yani, kontrol edilmezse, difüzyon gücüyle potasyum, hücre içindeki sıvıdan dışarıya, sodyum ise dış sıvıdan hücre içine hareket eder. Hücrede potasyumun dışarı, sodyumun ise hücre içine doğal hareketini dirençle durduracak bir mekanizma olmasaydı, bildiğimiz anlamda yaşam var olamazdı. Daha önce de belirttiğimiz gibi, hücrenin hayatta kalmak için yapması gereken ana şeylerden biri kimyasal içeriğini kontrol altına alıp korumaktır. Ancak, hücrenin hayatta kalmak için sadece difüzyona karşı koyması gereken tek doğal güç bu değildir. Hücrenin hacmini kontrol etme yeteneğini etkileyen diğer güç osmoz’dur.
Osmoz, farklı konsantrasyonlara sahip iki çözeltinin, çözücünün geçmesine izin veren ancak çözünenin geçmesine izin vermeyen yarı geçirgen bir zarla ayrıldığında gerçekleşir. Tuzlu su için bu, tuzun zardan geçemeyeceği ancak suyun geçebileceği anlamına gelir. Osmoz doğal olarak, tuzun difüzyonuna ters bir şekilde, tuz konsantrasyonu daha az olan çözeltiden, daha fazla olan çözeltiye suyun hareket etmesini sağlar. Çözünen maddelerin difüzyonunun aksine, tuz ve potasyum gibi, osmozda suyun zardan geçmesi nedeniyle hacim değişikliği de meydana gelir. Tuz konsantrasyonu daha yüksek olan çözeltinin hacmi, osmoz gücü nedeniyle artarken, daha düşük konsantrasyona sahip çözeltinin hacmi azalır.
Osmozun hücre için biyolojik önemi, hücre içindeki sıvının, hücre dışındaki sıvıdan çok daha yüksek bir protein konsantrasyonuna sahip olmasıdır. Plazma zarı, sodyum ve potasyum çözeltilerine karşı geçirgen olsa da, proteinlere karşı yarı geçirgendir; yani suyun geçmesine izin verir, ancak proteinin geçmesine izin vermez. Bu, sodyum ve potasyum gibi iyonlar çok küçük olduğu için biyolojik zarların çoğundan kolayca geçebilirken, proteinlerin çoğu büyük moleküller olduğu ve geçemediği için gerçekleşmektedir. Bu hayatta kalmak için önemlidir. Hücre, birçok hayati fonksiyonu yerine getiren çeşitli proteinler üretir ve bu proteinler kolayca plazma zarından geçip hücreyi terk edebilseydi, hücre düzgün çalışamaz ve ölürdü.
Ancak proteinin zardan geçememesi ve suyun geçebilmesi hücreyi osmoz gücüne karşı savunmasız hale getirir. Potasyum ve sodyum iyonları doğal olarak difüzyonla zarda ters yönlerde hareket ederken, hücre içindeki çok daha yüksek protein içeriği (ki bu çıkamaz) kurallara uyar ve osmoz yoluyla suyun hücreye girmesine neden olur. Eğer çok fazla su hücreye girerse ve hacmi artarak plazma zarına aşırı basınç uygularsa, hücre patlayarak balon gibi ölebilir. Yine görüldüğü gibi, hücrenin hayatta kalmak için yapması gereken ana şeylerden biri hacmini kontrol altına almak ve korumaktır.
Bu koşullar altında hücre ölümü, gerçek sayıların gerçek sonuçları olduğunu doğrular. Hücre kurallara uyduğunda, difüzyon ve osmoz gibi, kontrolü kaybetme ve ölme riskiyle karşı karşıya kalır. Peki hücrelerimiz bu doğal difüzyon ve osmoz güçlerine karşı nasıl inovatif bir mekanizmayla mücadele eder? Bu soru önümüzdeki haftaya kadar beklemek zorunda.